7 Ocak 2013 Pazartesi

YERLİNİN ZAMANI: VAKTİN VE TARİHİN HAREKETLENMESİ


YERLİNİN ZAMANI: VAKTİN VE TARİHİN HAREKETLENMESİ

Murat EROL


Flaubert'e ait olduğu kuvvetle muhtemel sözde "Geleceği düşünmek bize acı veriyor, geçmiş de bizi geri çekiyor. İşte o yüzden de, şimdiki zaman avuçlarımızdan kayıp gidiyor." denilmektedir. Bu söz bir anlamda bize zamanın ve zamanın içinde insanın hareketinin de ip uçlarını vermektedir. Her ne kadar yazar güzel bir geçmiş, kötü bir gelecek önkabulü ile konuşsa da, bu söz ile "geleceği yönelmek" ve "geçmiş tarafından geri çekilmek" fiilleri üzerinden düşünmeye devam etmek mümkün. Geleceğin kötü hali genel olarak dünyanın gittiği yönle ilişkilendirilirken, güzel halini ise yine genellikle insan bireysel dünyasına ilişkin olarak tahayyül etmektedir. Benzer şekilde geçmişle ilgili yargı da birey alanı ve genel alan arasında değişiklik göstermektedir. Bunlar psikolojik durumlardır, gerçeğin tespiti anlamı taşımazlar. Bu yazıda izah etmeye çalışacağımız gibi sanılanın değil olan'ın tespitine giriştiğimizde karşımıza çıkacak tablo, insanların kendileri hakkındaki düşünce ve kanaatlerinin değil, varolan durumun hakim olduğuna da kapı aralayacaktır.

Geçmiş, bireyin dünyasında salt bir hatırlamalar sahası olarak nitelendirilmekte ve düşünülmektedir genellikle, toplumsal anlamda ise geri kalmışlık hissi verir, düşüncesini uyandırır. Zira çizgisel bir gelişmişlik arkaplan düşüncesi, geçmişin çok geri, şimdiki zamanın ise geleceğin çok gerisinde olacağı yönünde bir yapı taşımaktadır. Gelecek, bireyin başarısı ve güzel günleri demek iken, geçmiş ise geriliğin hüküm sürdüğü bir alan olarak sadece anılan ve hatırlanan anlar bütünüdür. Bunlardan dolayı genel olarak geçmişten kaçılır, bugüne bakılmaz, geleceğe odaklanılır. Zaman, içinde bulunduğumuz veya beraber yol aldığımız bir zemin değil sadece, insanın duruşunu, fikrini, tavrını ve hareketini etkileyen bir yapıdır da. Zaman konusunda kuramlar ise sadece durum tespiti ile yetinir. İnsan, zamana dair net bir idrake varmakta doğal olarak zorlanmaktadır. Bu yüzden insanoğlu memnuniyetsizlikleri üzerine bir yaşam kurma yolundadır. Memnuniyetsizliklerinin ve eksikliklerinin telafisi yönünde şekillendirir yaşamını. Zamanının, gününün, anının adamı olamama sorunuyla, ya geçmişe doğru bir kaçışa girişiriz ya da geleceğin kusurlarından arındırılmış dünyasına. Bu insani durum fikirlerin de buna göre şekillenmesini sonucunu doğurmaktadır.

Zamanda insanın hafıza ve bellek hareketlenmesi olacağı gibi zamanın da hareketi sözkonusu olabilir. Fikri olarak nerede durduğumuz ve duracağımız işte tam da bununla ilgilidir. Sezai Karakoç'un Karayılan şiirindeki o çarpan dizeyi hatırlamak gerekirse, "ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum". Bu dizeden mülhem "yaşamıyor gibi yaşıyoruz" şeklinde bir cümle kurulabilir. Bu dizeyi zamansal hafıza açısından yorumlamak mümkün. En yalın karşılığı yaşamıyor gibi yaşıyoruz, yaşantımız adeta bir ölmüşlük hali üzredir. Hafıza olarak yaşamıyor gibiyiz. Bu dizenin son yarım yüzyılın özeti olduğunu belirtmek gerek. Zaman idraki ve pratiği bu anlamda hayatiyet arzeden, bizim şimdiki zamanda konumumuzu belirleyen ve buna göre de geçmiş idrakimizi ve gelecek tasavvurumuzu şekillendiren bir durumdur. Zihnen bu geliş gidişlerimiz bize bir hareket alanı da sağlamaktadır.

Zihnin hareketlilikleri karşısında teknolojinin insanı taklit eden icatları, bu alanı bir postmodern yanılsama sahası olarak yeniden inşa etmektedir. Hatırlanan ile hatırlayan arasında bir somut iletişimin ve diyaloğun kurulması beklenir. Ancak hatırlama eylemi teknolojik alana kayarak, hatırlamanın karşısında hatırlanana dair yeni bilgileri edinip hatırlama işlemini, hatırlamanın hareketlendirmesini sonlandırır. Teknolojinin bize bu anlamda klişe halini alan ifade ile sanal bir dünya sunduğu yadsınmaz bir gerçektir. Giderek hayatın farklı alanlarındaki hareket ve fiiller yapıyormuş gibi, ediyormuş gibi, düşünüyormuş gibi ve nihayetinde inanıyor ve biliyormuş gibi biçimler halini almıştır. Hatırlamanın doğduğu anda, olağan bir beklenilen hareket biçimi vardır. Bunun yerini yani yaşamın şahidi olmanın yerini ise, örneğin internet üzerinde sosyal ağda bir profil incelemesi alabilmiştir. Bu insanın giderek biyolojik olarak yaşadığı an ile ilişkisi olmasına rağmen, zihnen şimdiki zamana ait olmadığı sonucuna varmak mümkün olabilecektir. Her akşam televizyon karşısında geçirilen saatler, biyolojik olarak içinde bulunulan zamanda zihnen bulunmama durumunu getirmektedir. Teknolojinin bu sebeple gerçeği kadar zamanı da farklı bir kurgudur. Kişinin teknoloji vb araçlar yoluyla kendilerine ait zamanı değil, başkalarına ait ve teknolojinin bizatihi doğasından kaynaklanan bir zamansal duruma geçeceği de dikkatten kaçmaz.

Zamansal bir kaymanın olduğunu, aslında bir çok insanın çevremizde et ve kemik olarak bulunduğunu, kimisinin geçmişte, kimisinin de gelecekte yaşadığını söylemek durumu özetlemek olacaktır. Dondurulmuş anların, başkaları eliyle ve marifetiyle doldurulması ile yaşayan insan toplulukları, şimdiki zamanlarını ellerinden kaçırmaktadırlar. Büyülenmişlik hali içerisinde, hareketsiz ve fikriyatsız insanların adına başka insanlar ve makinalar fikreder olmaktadır. Hareket bu şekilde şekilleniyor. Bu sebeple toplumumuzun şimdiki zaman adına yaptıkları postmodern bir hallüssinasyondan başka bir şey değildir.

Zaman ile ilgili problemin fikri düzlemde karşımıza çıkardığı sayısız sorunlu yapı vardır. Bunları örnekler ve yöntemler üzerinden ancak belirlemeye çalışabiliriz. Zihnen geçmişte yaşama geçmişin coşkusunu taşıma bize şimdiki zamanda tek başına bir yer sağlamadığı gibi, şimdiki zamana ilişkin olarak bir harekete, şimdiki zamanın inşaasına kaynaklık etmeyecek, bu yönde bir adım sayılmayacaktır. Zamanı silsile halinde yaşamak, sıçramalar yapmadan, sürekliliği içinde varolup bu anlar bir bütün olarak algılayıp kesintisiz anlamak ve görmek bize hafıza kazandırır. Postmodern kuram anları birer fasıla olarak ele alıp, bu fasılaların birbirinden bağımsızlığı ama yine de kesintisizliği üzerinde yükselmektedir. Zaman, hafıza açısından kurucu bir yan taşır. Diğer yandan da zaman(ın)ın çocuğu olmayı başaranlar bir hafızaya sahip olanlardır. Hafıza bugüne ait bir şeydir, ama geçmişin birikimini taşır, geleceğe yönelir. Şimdiki zaman ile kurduğumuz sağlıklı ilişki, bize geçmişle ve gelecekle de kurulacak ilişkide bir sıhhat bahşeder. O sebeple şimdiki zaman içerisinde bir harekete, aksiyona ve son olarak fikre sahip olmayan bir insanın geçmişin coşkusunu taşıyor oluşu, o geçmişi bir tarihi anlatır gibi değil de bugün, şimdi ve burada yaşıyormuş gibi anlatışı ile yine bir başka insanın geleceğe dair büyük fikirler ve olayları büyük bir heyecan içinde anlatıyor olması ve bir an'a sürekli vurgu yapıyor olması zamansal bir kayma, insanın kendi ontolojisinden uzaklaşarak hafızasının bir zamanın ve yerinin olmaması yargısı ve sonucuna vardıracaktır bizi.

Milan Kundera Gülünesi Aşklar kitabının başında "Şimdiki zamandan gözlerimiz bağlı geçeriz. Çok çok yaşamakta olduğumuz şeyleri sezebilir ve tahmin edebiliriz. Ancak daha sonraları, gözlerimizin bağı çözüldüğünde ve geçmişi incelediğimizde yaşamış olduğumuz şeyleri kavrar ve onların anlamına varırız." diye bir tespit yapar. Gözlerin bağı çözüldüğünde şimdiki zaman kadar gelecek de elden kaçmış olacaktır. Büyülenmişlik hali bir perdelemedir, insanın gününe ve zamanına dair bir yorum ve tavır için bir farkındalık ve irade taşımaması demektir.


ZAMANSAL BİR KAYMA OLARAK YAHYA KEMAL'İN ZAMANI

Türk edebiyatında ve fikir hayatında eserler üzerinden yapılacak yorumlarla şairin şiirinin, fikir adamlarının düşüncelerinin vb. Içinde bulundukları zaman ile ilişkisi kadar, geçmişe bakışları ve gelecek tasavvurları üzerinde bir yorum yapmak gerekmektedir. Gününe hitap edebilme başarısı yakalayan yazar / düşünür bize doğal bir geçmiş/ tarih idraki ve gelecek tasavvuru da sunacaktır. Bir yazarın tarihle ilgili konuları konu ediniyor olması onun tarihçi kimliğindendir, onun güne hitabedemediğinden değildir. Ancak ülkemizdeki yerleşik bilim alışkanlıkları, anlatıcı ve muhataplarının masalsı bir geziye çıkmasından ibaret kılmaktadır tarih bilimini. Tarih tarihte kalır, masal anlatılır. Tarih bugüne dair bir hareketin şekillenmesinde rol almaz, dondurulur ve öylece bırakılır. Tarihin belli kısımları bugünün dünyasında işe yaramayacak şekilde bugüne taşınır, millet şuuru bu hamasetler üzerine inşa edilir. Bu sebeple Türkiye'de yarım şuur, yarım millet vaziyeti vardı ve var olmaya devam edecek. Tarihin bugünü belirleyen bir rol üstlenmesi demek tarihi yürütmek, hareketlendirmek anlamına gelecektir. Bu da gerçek bir şuur ve idrakin varlığını doğuracak ve hamasetin en büyük sloganı olan gücü gerçekten harekete geçirecektir. Bizdeki eksik tarih algısından ve tarihle kurulan sağlıksız ilişkiden dolayı şimdiki zamana dair değerlendirmeler nakıs olmaktadır ve geleceğe ilişkin perspektifi ise daraltmaktadır. Bunların detaylandırılması için öncelikle bu yönde bir açılımın ve yolun varlığı gerekmektedir. Yahya Kemal örneği üzerinden farklı zamanlarda yaptığımız değerlendirmeleri1 burada tekrarlayarak genişletme niyetindeyiz.

Yahya Kemal'in şiirleri üzerinden düşündüğümüzde, bu şiirlerde karşımıza çıkan o muazzam coşku ve kahramanlık ruhu, Yahya Kemal'i zamanımızın bir şairi olmaktan çok, onu hafıza olarak başka bir zamanının insanı olarak göstermektedir. Yahya Kemal'in hafıza olarak geçmişte bir yere ait olduğunu ve orada kaldığını söylemek uç bir yorum olmayacaktır. Yahya Kemal'in geçmişin kahramanlıklarını destansı bir dille anlatırken, o derece bir noktadan yazar ki bu şiirleri, her dize onu yüzlerce yıl öncesine götürür. O dönemin bir insanı, bir şahidi yapar. O dönemin de sadece şahidi olmakla kalır ama. Yahya Kemal'in yaşadığı döneme ait duruşu ise flu bir duruştur. Zira yaşadığı zamana ilişkin bir duruşu olmadığı gibi, hafıza olarak içinde bulunduğu zamanda olmadığı yorumuna varabiliriz. Vefa Taşdelen'in tespitiyle de Yahya Kemal'de "mazi" sadece geçmiş değil, gelecek ve şimdiki zamandır.

Yahya Kemal’in tarih algı ve ilgisiyle ilgili olarak, kültürel belleğin geçmişin belli noktalarına yöneldiğini söylemiş ve Jan Assmann’ın görüşlerinin2 Yahya Kemal üzerinde tatbikinde bu çabanın bize ilginç sonuçlar verdiğini ifade etmiştik. Geçmiş geçmişte olduğu gibi kalmıyor, daha çok şimdiki zamanda bağlantı figürlerle yoğunlaşarak ortaya çıkıyor. Yahya Kemal’in özellikle fetih eksenli hatırlamaları, o fetihleri görmüşçesine gününe nakletmesini getirmiştir. Sermet Sami Uysal da Yahya Kemal’in şiirleri daha çok hatırlama temeline dayandığını, onun içindir ki tarihimizdeki pek çok olay yaşanan zaman içinde Yahya Kemal’in gözleri önünde canlı tablolar olarak belirdiğimi kaydeder.3 Burada dikkat edilecek husus fethe dair bir perspektif ve duruştan ziyade birebir kopyalamak, resmetmek, aynıyla nakletmek şeklinde gerçekleşmektedir. Yahya Kemal kendine seçtiği tarihi, içinde bulunduğu zamana adeta o tarihi yaşamışçasına getirme çabasındadır. Bu anlamdan Yahya Kemal'in tarih anlayışı donmuş ve kopyalanmış bir tarihtir. Bu tarih hiç bir zaman canlı ve dinamik bir yapı kazanmamıştır. Yahya Kemal'de tarih bir müzedir. Tarihsizliğe karşı tarihleşerek cevap vermek bir çözüm olmamıştır. Yahya Kemal imajı yaşantısıyla değil yazdıklarıyla adeta bir Osmanlı figürü haline doğru gitmiştir. Bir Rubaisinde bunu açık bir şekilde ifade etmektedir: "Çık tayy-ı zaman et açılır her perde/ Bir devr geçir istediğin her yerde/ Ben hicret edip zamanımızdan yaşadım/ İstanbul'u fethettiğimiz günlerde"

Tayy-ı zaman konusunu, sufilerin zaman yaklaşımına değineceğimiz bölümde ele alacağız. Bu şiirin anlattığı şekilde Yahya Kemal hafıza olarak tarihe dönmüş, net olarak göreceklerini görmüş ancak o tarihi gününe doğru yürütememiş, günceline taşıyamamış, hareketlendirememiştir. Bunlardan hareketle Yahya Kemal’de karşımıza çıkan tarihselliğin yerliliğin önerdiği tarihsellikle bir bağı bulunmadığını ifade etmek mümkün. Yahya Kemal'in tarih algısı ve sunusu hamasete açık, coşkun, doğruluğuna kimsenin bir şey demeyeceği kadar nettir ama bu tarih tarih olarak kalmaktadır, bu tarihin şimdiki zamanla ve gelecekle bir irtibatı bulunmamaktadır. Yahya Kemal geçmişe özlemle, geçmişe dönmüştür adeta. Ütopik bulunabilir ama Yahya Kemal bu anlamda zamanının insanı değildir. Tarihi olduğu gibi, donmuş halde bugüne getirmeye çalışmıştır, bu konuda özel bir çabası oldu veya olmadı, ortaya çıkan netice budur. Yahya Kemal tarih içinde tarihsel kayboluş yaşamıştır. Yahya Kemal geçmişin sarhoşudur. Bu anlamda onun tarihe olan ilgisine, sevgisine rağmen onda bugün yüklenen anlamıyla yerli bir tavır görmek olanaksızlaşacaktır. Tarihi hareketlendirmek, bugünde etkin ve aktif kılmak, ne hazindir ki bu büyük şairde mümkün olamamıştır.

Diğer taraftan bilinen tarihi olaylar Yahya Kemal’de adeta destanlaşmıştır. Kültürel bellekte, gerçek tarihin hatırlanan tarihe ve ardından efsaneye dönüştüğü ileri süren Assmann, efsanenin kurucu bir tarih ve bugünü geçmişin ışığıyla aydınlatmak için anlatılan bir öykü olduğunu ileri sürer (Assman, s.55-56). Yahya Kemal'de bu tespitin eksik kalacağı açıktır. Zira onun tarihin kurucu bir rol aldığı görüşlerin savunusunu yaptığına rastlamak zor. Milat olarak bir başlangıç tayini vardır (1071). Ancak bunun sadece hatırlama figürü oluşu dikkatten kaçmaz. Yani işaretlenen tarih (1071) ve mekan (İstanbul-Anadolu) destanlar için hatırlatıcı bir rol üstlenir. Oysa Assmann'a göre bellek yeniden kurma işlemine dayanır. Geçmiş, bellekte olduğu gibi kalmaz. İlerleyen şimdiki zamanın değişken ilişkileri çerçevesinde sürekli olarak yeniden örgütlenir. Yeni olan da sadece yeniden kurulan geçmiş biçiminde ortaya çıkabilir (Assmann, s. 45-46). Yahya Kemal'in bu tip bir fikri yapıya sahip olduğunu söylemek de, çabalarının bu yönde olduğunu da söylemek de zor. Onun tarih ve millet şuuru sadece yeniden tanımlanan millet için farklı bir katkı olmuştur. Vefa Taşdelen'e göre de 'ati' her ne kadar bir 'söylem' olarak bu dünyaya dahil edilmek istense de Yahya Kemal'in dünyasında, gelecek kapısı kapalıdır. Zamanın güçlü bir şekilde 'mazi' olarak ortaya çıkması, ona tarihsel ve kişisel bir karakter kazandırır. Yahya Kemal'in kendi özgeçmişine yaklaşımı ile milletin geçmişine/ tarihine yaklaşımı aynıdır. Üsküp'ün tekke havası onda bir ömür bu havanın arayışını var etmiş, bir aşinalık olarak hep var olmuştur. Hatırlama ve bellek’in Yahya Kemal’in içinde bulunduğu zamandaki ve geleceğe akan görüşlerini şekillendirirken, diğer yandan O’nun geçmişe dönmesini de getirmiştir.

Yahya Kemal artık kendi kişisel geçmişine duyduğu özlem ve hatırlamalarla milletinin tarihine duyduğu özlem ve hatırlamaları özdeş hale getirerek farklı bir boyuta geçmiştir. Ancak ne yazık ki, bu durum aşinalıktan öteye gidememiş, bir tavra ve duruşa dönüşememiştir. Yahya Kemal'in yaşadığı döneme ait bir duruşu olarak değerlendirebileceğimiz, yaşadığı dönemde hafaza olarak canlılık emaresi sayılabilecek birkaç husus bulunmaktadır. Yahya Kemal'in kısık bir sesle de olsa Tekke ve Zaviyelerin kaldırılmasına ve Harf Devrimine karşı farklı bir ses olma ve farklı bir yol önerme çabası onu yaşadığı zamana yaklaştırmıştır. Belirttiğimiz gibi, aşinalık bir duruştan ziyade kısık bir teklif olarak kalmıştır. Diğer bir nokta yine Yahya Kemal'in yaşadığı dönemle ilişkisini ortaya koyan farklı bir boyutu göstermektedir. Atik Valde'den İnen Sokakta şiirinde yüklendiği ses, Yahya Kemal'i içinde bulunduğu zamanda güç, feraset ve duruş sahibi bir tip olarak göstermemektedir, aksine Yahya Kemal şiirinde, olmak istediği ama olamadığı bir hali anlatırken, zamanı ve mekanı ile bir bağ taşımamaktadır. Şiirde anlatılan zaman, Ramazan ayıdır. Mekan ise İstanbul'un bir semti. Zaman ve mekandan ayrı düşmüştür. Zira oruç tutulan bir yerde ve zamanda kendisi oruç tutmamaktadır. Ramazan ayının maneviyatının farkındadır, insanların yüzlerinden anlamaktadır oruç tuttuklarını, o sokakta hissettiği ferahlık için, içinden Allah'a dahi seslenir. Ancak oruç tutmamaktadır, bu durumu neşesizlik olarak nitelendirirken "Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı" dizesiyle orucu bu yurda, vatana has bir şey kılarken, kendi durumunu ise gurbet olarak nitelemiştir. Bu şiirde yine mekan ve zamanın nasıl bir belirleyicilik içerisinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Yahya Kemal, belli bir zamana (Ramazana) ait bir fiili, mekanla (önce mahalle sonra yurt ile) özdeşleştirmek suretiyle bunun dışında kalan alanları gurbet, kalan insanları ise gurbetteymiş gibi görmektedir. Aşinalık, zamanda ve mekandaki değişmelere göre, değişik tavırlar getirmektedir. Yoksa ilkesel anlamda bir duruşu sağlamamaktadır. Yahya Kemal'ın kendisini oruç tutmadığı için gurbette hissediyor olması, onun gurbette yani yurttan (mekandan) uzakta farklı bir tavır içinde olduğunun da itirafıdır. Bununla ilgili son olarak söylenebilecek tespit yine zamanla ilgili bir prblemin olduğudur. Yani bu zaman diliminin (Ramazan ayı) gurbette yokluğunu sanan, bunu farketmeyen bir yaklaşım. İnsanın oruç ibadetini farklı mazeretler nedeniyle terkedebileceği ya da bir farzın terki gibi bir tercihle oruç tutmaması bizi farklı bir anlamaya götürmez. Ancak yurdun bir mahallesine has bir zamanmış dilimiymiş gibi o zamanı (Ramazanı) düşünmek, zamansal olarak Yahya Kemal'in gününün idrakinde olmadığını göstermektedir. Gurbette iken bu zaman dilimi yok, ama yurdum bir semtinde var. Bu yaklaşımı Yahya Kemal'in bir çok şiirinde, düşüncesinde görmek mümkündür.

Yahya Kemal örneği bize zaman içerisinde zihnen var olma biçimimizi açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yahya Kemal, şu bir gerçektir ki, içinde bulunduğu zamanda ve zamana ilişkin bir duruş geliştirememiştir. Yahya Kemal'in tarihi yeniden ürettiği görüşüne katılmak zor, zira Yahya Kemal tarihe dönerek onun bir parçası olma yolunu seçerek, kendisi için tarihi güncelleme ve güne getirme yolunu da kapatmıştır. Onun heyecanı, inancı, vatan ve milletseverliği geçmiş (tarih) üzerine kuruludur. İçinde bulunduğu zamana ilişkin ilkesel ve fikri bir duruş ortaya koymamaktadır, bu nedenle bir gelecek tasavvuru da bulunmamaktadır.


BİR MİLAT UĞRUNA ZAMANSAL SAPMA

Gelecek adına, gelecek için bugününü, şimdiyi unutanlar ve ıskalayanlar geleceğe vardıklarında, bir başka geleceği bekliyor olacaklar. 'Gelecek' gelecek, ama şimdiki zamanı unutanlar için 'gelecek', beklenen bir milat olarak hep uzaklaşan bir zaman olacak. Milat düşüncesi o yüzden yabancıdır, bizde böyle bir düşünce bulunmamaktadır.

Bugünü yaşamasını bilenler, vazifelerini bilenler, hakkıyla idrak ve eda edenlerdir. Yerlilik düşüncesinin geleneksel dünyadan bugüne getirdiği ve önerdiği zaman algısının şimdiki zamanda bir kolunu geçmişe, diğerini ise geleceğe uzatması olarak somutlaştığını ifade edebiliriz. Sık sık başvurulan pergel örneği üzerinden ifade etmek gerekirse, pergelin sabit noktası şimdiki zamandır, pergelin hareketli kısmınının geçmiş ve gelecek üzerinden geçen bir çizgi çizdiğini düşünebiliriz. Bu örnek üzerinden yapılacak bir çıkarımsama ise, geçmişimiz kadar geleceğimiz olduğudur.

Denklem basittir, 'dün'ün geleceği 'bugün', yani 'dün'ün yarını. Günümüz insanının en büyük sorunu hafıza ise, bunda en büyük etken ise, şimdi, bugün veya an hakkında doğru bir bakışa sahip olunmaması ve bugün'ü etkileyecek bir fiil eksikliğidir. Bugün yapılan bir çabanın gelecek zamanda gerçekleşmesi muhtemel bir olaya (devrim'e) göre şekilleniyor olması, salt bu devrimi amaçlıyor olması zamansal olarak bu hareketlerin geleceğe kaçış içerisinde olduklarını da çıkarmaktadır. Bu yüzden devrimci hareketlerin bir miladı gözetiyor oluşları itibariyle, zamansal bir kayma içerisinde olduklarını söyleyebiliriz. Devrimci hareketlerin, diğer bir çok faktör yanında sırf bu zamansal durum yüzünden dahi yerli olamayacakları yerinde bir tespit olacaktır. Zira her an oluş içerinde, her an tabir caizse 'devrim' ile karşı karşıyayız. Bu oluş'a, bu yaradılışa verilecek en büyük karşılık, aynı şekilde mukabele etmekten geçmektedir. Bu yaradılış ve oluş'a verilecek cevabın gelecek zaman içerisinde olduğunu düşünmek, bir milatla bu cevabın verileceğine inanmak metotsal olduğu gibi zamansal ve fikirsel bir sapmayı da doğuracaktır. Ötelenen bir devrim, devrimcinin elinde nihai bir hedeftir ama yöntemsel değişiklikler ve şartların karşısında edilgen bir rol alma olarak kendini gösterecektir. Devrimcinin söyleminin, kalabalıklar için romantik olmasından ötede bir karşılığı ve etkisinin görülmesi olası değildir. Devrim olarak nitelenen durumların ise, toplumdan topluma değişik isimler alabildiğini güncel olaylar da göstermektedir. Devrim diye bir şeyin olmadığı, sadece muhayyel bir motivasyon ve siyaset aracı olduğu ise acı bir gerçek olarak toplumsal hafıza da yer alacaktır.

Geleceğe ilişkin milat belirlemek bir kaçış ve zamansal sapmadır. Geçmişe ilişkin bir milat tayini nedir o halde? Örneğin Yahya Kemal'in Malazgirt Meydan Savaşının tarihi olan 1071'i bir milat olarak kabul etmesinin anlamı elbette farklıdır. Bu bir hatırlama figürüdür biraz evvel değindiğimiz gibi. Hatırlama figüründe bellek- hafıza o tarihi canlı tutarak şimdiki zaman için belirleyici olmasını amaçlar. Yahya Kemal'in şimdiki zamanında etkin olamasa da, durum budur. Geleceğe ilişkin olarak bir milat belirlenmesi, kullanılan metotların, söylemlerin ve son olarak duruşu da buna göre şekillenmesi demek olacaktır. Bu durum sufilerin gerçekleşmesi kesin olan bir durum olan ölüm'ü, düşünürek bugünlerine katmalarına benzemiyor. Ölümün bugün içinde, etki ve belirleyici rol alması bir düşünce metodolojisinin bir bütününe ait bir parça. Tek başına almak ve parçasal anlamda kullanmak sorunlu bir yapı getirecektir. Ölüm düşüncesinin, şimdiki zamanda etkin olması yanında -aşağıda değinileceği gibi- hiç ölmeyecek gibi çalışma ilkesi de bulunmaktadır, ki bu da gelecekte olması kesin bir olay (ölüm) hiç yokmuş gibi, şimdiki zamanın içinde bulunma gücü ve kuvvetini doğurur. Gelecekte gerçekleşmesi bir ihtimal olan olay (devrim), bugün içinde etki olmamaktadır. Devrim'e göre metodun şekillenmesi, geleceğe kaçış olduğu kadar, şartların elinde edilgen bir durumun da doğması demektir. Devrim düşüncesi, bugüne verilen bir cevap değil, geleceğin ihtimallerine verilen bir cevaptır. Bu bakımdan devrim düşüncesi, duruş ve ilkesel olarak geçmişi yok sayabilmekte, bunları canlı kılmayı gereksiz görebilmekte ve son olarak bunları zamansal, mekansal ve fikri olarak ötelemektedir. Tarihin içinde kaybolmak ile geleceğin labirentlerinde kaybolanan iki duruş karşısındayız. Türkiye'de egemen olan fikir yapılarının genelinin bu iki mecra üzerinde yol aldığını söyleyebiliriz. Tarihin gücünden bahsetmesine ve buna inanmasına rağmen, tarhi dondurma, kopyalama ve bugün için canlı ve hareketli bir yapı olmaktan uzaklaşma şeklindeki muhafazakar düşünce yapısının karşısında ise devrimci düşünce vardır. Devrimci düşünce içinde tarih geçen bir kitaba, yazıya veya fikre karşı refleksini kolayca vermektedir. Bu düşüncenin gelecek zamana ilişkin büyük hedef(ler)i olduğundan ve gelecek zaman içinde bir noktada büyük bir olay (devrim) olacağından, tarihin giderek gereksiz bir ayak bağı olduğuna varabilmekte, muhafazakarların düştüğü yanlışın bir benzerini kendi kulvarında yaparak tarihi dondurup tarihte kalmasına istemektedir. Devrimcinin muhafazakardan farkı, muhafazakar tarihi kopyalar ve nakleder, devrimci bunu yapmaz, devrimcinin tarih algısında tarih yine tarihte kalır.

Gelecek zaman içerisinde gerçekleşmesi bir ihtimal olan bir olaya göre oluşan hareket soyut bir zeminde yürümektedir. O yüzden zaman ve mekan anlamında sorunludurlar, bu iki konuyla ilgili gelecek önermelere ve fikirlere karşı reflekssel tepki verirler. Şimdiki zaman içerisindeki seyirleri ise genellikle konjonktürün ve şartların belirleyiciliğinde sürer.


SUFİLERİN VAKTİ

Tasavvuf, Türkiye'deki İslami düşüncenin olduğu kadar, görünür tüm Müslüman aktörlerin üzerinde bir şekilde etkili olmuş tarihsel bir gerçekliktir. Tasavvufun tarihi donmuş olaylar ve durumlar tarihi değildir. Tasavvuf kendi mecraında tarihi yürütmüş, hareketli tutmuştur. Geleneksel ritüeller yoluyla tasavvuf kolları/ yolları tarihin birikimini şimdiki zamana taşıma kolaylığı ve imkanı içerisindedirler. Tarihsel anlamda tasavvufun Anadolu'daki İslam düşüncesine olduğu kadar, kırılmalara uğrayan İslami hareketlenmelerin ve bilgisinin kesintisiz bir şekilde uygulanması, öğretilmesi ve aktarılması büyük bir rol üstlenmiş ve derin bir kopuşun önüne geçmiştir. Sufilerin, bütün sui zanna ve ithamlara rağmen, sufilik yolunun gereklerini getirme yanında aksiyoner bir yanlarının olduğunu belirtmek gerekiyor.

Sufilerin zaman konusunda farklı kavramsallaştırmalara girişmeleri zengin bir dünyanın geleneğinin varlığındandır. Zaman kavramına vakt kavramsallaştırması ekseninde bir bakış gelişmiş ve bu eksen sufi yolunun önemli bir tavra sahip olması sağlanmıştır. Öncelikle kavramlara ve tanımlarına bakarak bu çerçevede yol alabiliriz.

Herşeyden önce sufi'nin ibnü'l vakt olduğu vurgulanır. Süleyman Uludağ'ın tasavvufi kavramlara ilişkin olarak hazırladığı önemli kaynak eserinde4"ibnü'l vakt" kelime karşılığı olarak "vaktin çocuğu" olarak açıklanırken, geniş anlamda ise, "içinde bulunduğu zamanda yapılması en uygun olan şeyle meşgul olur, o vakitte kendisinden istenen şey neyse onu yapar. Derviş, ne geçmişle ne gelecekle ilgilenir, yalnızca hali değerlendirir" (Uludağ, s.179) şeklinde bir açıklama yapılmıştır. Benzer ifadeler Kuşeyri Risalesinde5 geçmektedir (s. 180). Ethem Cebecioğlu'nun sözlüğünde6 ise "Vahdetin sırrına tam olarak ulaşan sufiler "an-ı daim"i yaşarlar. Onlar İbnü'l-vakttir" şeklinde bir tanım bulunmaktadır. Yine ilave olarak "Tasavvufta geçmiş ve gelecek endişesinden kurtulmuş, şimdiki ânı yaşayan sufi'ye ibnu'l-vakt" tanımı verilmektedir. Uludağ'ın açıklamasında ise "içinde bulunduğu zamanda en uygun olan şeyle meşgul olma" hali dikkati çeker. Bu vaktin değerlendirilmesi anlamında, genişleyen bir anlamı işaret etmektedir. Neye göre, kime göre gibi görecelilik içeren soruların fazla anlam taşımadığı açıktır. Derviş, ne geçmişle ne de gelecekle ilgilenir, onun hedefi hal'dir, an'dır, vakt'tir. Bu bakımdan hal'in inşaası, an'ın yaşanması suretiyle bir hareket gerçekleşir.

Diğer dikkat edilecek kavramlar ise tayy-ı mekan, tayy-ı zaman (bast-ı zaman), rabıtayı mevt gibi kavramlardır. Uludağ'ın sözlük çalışmasına göre, bast-ı zaman "zaman içinde zaman yaratılması, uzun sürelerin kısa sürelere sığdırılması" (s.66), tayy-ı mekan "mesafelerin kısalması suretiyle gerçekleşen keramet" (s.345) olarak açıklanmaktadır. Geçmişte olan, gelecekte ise olacak olan, şimdi, bu anda oluyor, dervişin anı, şimdiki zamandı, bir cem olma hali olarak yapılanıyor. Buna göre geçmişle ilgili olan ne var ise, bildiği ve inandığı ne varsa, bunlar şimdiki zaman'da kurulmak istenen hal'e çekilir. Gelecekte ne varsa, ne olması isteniyorsa bunlarda şimdiki zamana çekilir, berilenir. Şimdiki zamanda bu şekil bir hareket doğar. Hareketin geçmişin bilgisi, geleceğin emelleri ile şimdiki zamandaki hal'in şekli bir senteze girer. Zamanın her insan için geçerli, genel geçer hali içinde derviş kendine özgü bir zaman ve buna göre bir hareket biçimi geliştirir. Tayy-ı zaman aynı anda başka zamanda bulunmak şeklinde de zuhur edebilir. Zaman içinde bir zaman kurulması yanında, genel geçer zaman içerisinde, kendi kurduğu zaman haricinde, başka bir zaman'a geçebilir. Bunların keramet zuhuratı olarak anlaşılması yerine, sembolik olarak değerlendirilmesi, insanları geneline sunulabilirliği önemli bir husustur. İnsanlara kendi içlerinde olmadıkları bir dünya anlatılamaz. Sembolik olarak derviş'in zaman içerisindeki hareketlenmesinin hafızanın ve belleğin kurucu yanından kaynaklandığı söylenebilir. Kurucu hafızada belirtildiği gibi geçmiş, sadece geçmiş olarak kalmıyor bugüne getiriliyor ve kurucu bir rol üstleniyor. Geleceğe ilişki tasavvurda ise, geleceği şimdiki zaman'a çekmek suretiyle bugüne ait kılmak mümkün olabilecektir.

Bir diğer kavram olan mevt konusunda ise "nefsin heva ve hevesinin kökünü kazımak. Onu maddi hazlara ve bedensel zevklere yönelten heva ve hevesin yok edilmesi nefsin ölümü anlamına gelir. "Ölmeden evvel ölmek" budur. Nefs süfli aleme çekilince kalp ölür, ulvi aleme çekilince kalp ve ruh hayat bulur." (Uludağ, s. 147) denilmektedir. Cebecioğlu ise "Tayy, Arapça dürülmek anlamını ifade eder. Allah'ın, dostlarına bahşettiği kerametlerden biri de, Miraç gecesinde Hz. Peygamber (s)'in yaşadığı türden olmak üzere, onlara bir anda, uzun mesafeler kat'ettirmesidir. Zaman ve mekanla kayıtlı insan bedeninde, zaman ve mekan sınırlamasından kurtulmuş "ruh" denen varlığımıza (veya özümüz) dayandırılmak ile anlatılması basitleşen bu olay, evliya biyografilerinde sık sık rastlanır." şeklinde bir açıklama yapmaktadır. Nefsin durumuna göre bir hal var. Buna göre süfli alemde kalp ölür, ulvi alemde kalp ve ruh hayat bulur. Kalbin öldüğü ve dirildiği bir zaman. Bu, nefsin tavrına göre olmaktadır. Nefs (insan) bir yolu seçer, buna göre bir netice ile karşılaşır. Bu netice birince ölüm, birinde diriliş. Yine sembolik bir yorumlama ile insanın gelecekte alacağı tavır ve gideceği yol'a ilişkin kullanacağı tercih berilenmekte ve şimdiki zaman içinde bir canlı durum olmaktadır.

Farklı bir kavram olan aslu'z zaman (zamanın aslı) kavramının tanımı için ise Kaşani, bunun "sufilere göre vakit olduğunu" belirtmiştir. Vakit ise "geçmiş ve gelecek zaman arasındaki şimdiki zamandır ve sürekliliği vardır (...)" (Kaşani, s. 63). An-ı daim kavramı ise Uludağ'ın sözlüğünde "sürekli an, ezel ile ebedi içine alan ilahi mertebenin (hazretin) imtidadı, zamanın batını ve aslı.(...) Daimi an, zaman üstü zaman, daha doğrusu zamansızlık anlamına gelir ve üzerinden zamanın geçmediği hakikate ve zata işaret eder." (Uludağ: s. 41). Derviş kendi zamanını kurma çabasındadır, kurduğu bu zaman kendi gerçek zamanıdır. Aksi durumda genel anlamdaki zamanın elinde bir yapraktır. Bu şekilde zamanüstü bir düşünceye varmakta, duruş ve ilkeler anlamında bir zamansızlığa varmaktadır, bu zamansızlık onun ilkelerinin daim oluşundandır.

Yine bunlara ilave olarak tul-i emel ve kasr-i emel olarak iki kavram bize ışık tutacaktır. İlki "hiç ölmeyecekmiş gibi insanın dünya için çalışması", ikincisi ise "hemen ölecekmiş gibi ahiret için çalışmasıdır" (Uludağ: s.361) Tul-i emel ile isteğin yani emelin ertelenmeden, olması kesin olan an (ölüm) gelecek zaman içerisinde yokmuş gibi hareketin kesintisizliği üzerinden hareket öngörülmektedir. Kasr-i emel kavramıyla da, bugün için gelecek zamanda gerçekleşmesi kesin olan an'ın (ölüm) hemen şimdi gerçekleşeceği düşüncesiyle bir hareketi getirir, bununla gelecek zamanın şimdiki zamana çekilmesi, taşınması söz konusu olmaktadır. Bu iki hal'in birbirinden ayrılmayacağını, birbirini tamamlayan bir yapı taşıdıklarını göz ardı etmemek gerekir. Aksi halde sadece birisi üzerinde yol almak zamansal olarak bir sapmayı doğuracaktır.

"Ölmeden evvel ölmek" diye özetlenen ölüme hazır olmak gelecekte olacağı kesin bir durum üzerinden hayatı yeniden biçimledirmektir aynı zamanda. Ölüme mü'minin hazırlığı, günahlardan uzaklaşmak, ibadetleriyle beraber kalbi arındırmak yoluyla olur. Ölümü düşünen sufi gelecekte olacak olan kesin bir olayı, hal itibariyle yaşama ve tecrübe etme durumundadır. Geleceği kendi zamanına ve güncel hafızasının bir parçası olarak kuran, buna göre yaşamı üzerinde kararlar veren bir insan modeli karşımıza çıkmaktadır. Geleceği içinde bulunduğu zamana çeken, hafıza olarak geçmişin, bugünün ve geleceğin ortasında, hepsini bugün içerisinde teorik olarak birleştiren bir hafıza ile karşı karşıya gelmekteyiz.

Sufilikte kavramsallaştırılan tayyı mekan ve tayyı zaman'ın, mevt (ölüm rabıtası)nın farklı zaman ve mekanlara kısa süreli gitmek yorumlayabiliriz. Aynı anda başka bir zamanda olmak tayy-ı zaman, başka bir mekanda olmak tayy-ı mekan. Genişleyen ve derinleşen zaman ile sufi, zamanın en küçük birimi olan an üzerinde farkındalık kurabilmeyi, bundan hareketle de an'ını kıymetlendirmeyi amaçlar. Amacına ulaşması geleceğinin inşaası anlamı taşıayacaktır.


ERTELENMİŞ HAREKET, ÖTELENEN MİLAT

Zamanla ilgili bu yazı hacminde farklı şekildeki yaklaşımlara dikkati çekmeye çalıştık. Şimdiki zamandan geçmişe giden, geçmişi bugüne getiren ve nihayet geçmişi dondurmayıp tarih olmasına müsaade etmeden, güne göre güncelleyen bir hafıza ile karşı karşıya kalırız. Şimdi zamana dair bir farkındalıktan bahsedilecekse, önce şimdiki zaman'a dair bir farkındalıktan bahsedilebilir.

Ertelenmiş ideoloji, ötelenen hareket kendini dinamik tutmak, bu ötelenmişlik karşısında farklı bir motivasyona erişmek için doğal olarak belli argümanları kullanır. Kendi dışındaki hareketlenmelerin ve hareketlenme çabalarının değersizliğini vurgulamak amaçlı bir harekete varır. Bunun çok da anlamlı olmadığı açıktır. Reaksiyoner bir durumla karşılaştığımızda günden günde uzaklaşan, bir türlü gelmeyen bir devrimi hatırlamamak eksiklitir. Bir gelecek tasavvurunun olması ile ertelenen hareket arasında bir bağ kurmak zor. Şimdiki zamanda bir hareketin gelecek zamanda da sonuçlar doğurması olağandır. Geçmişe, geleceğe dair zaman tasavvurları bizi şimdiki zamandan koparmaz. Gelecek zamanda bir milat tayinin aslında ertelenen idelojiyi doğuracağı açıktır. Ertelenen ideoloji günden, şimdiki zamandan uzak tutularak farklı bir araçsallık yüklenmektedir. Geçmişi yaşayanlar ile geleceği yaşayanların yanı sıra, hiç yaşamayanların olduğunu söylemek abartı sayılmaz. Zira algısal olarak gündelik yaşamını alışkanlıkların eline bırakan, insan ölüdür bir anlamda.

Yerlilik düşüncesinin temel oluşturduğu bir fikriyatın temelinde sufilerin zaman, insana ve mekana bakışları bu şekilde kendini göstermektedir. Yerliliğin önerisi donmuş bir tarihi bugüne taşımak değil, tarihi değişen akışı ile anlamak, tarihin seyrinin sahih olana sadakat üzre ilerlediğinde nasıl olacağı üzerinde yoğunlaşmak ve buna göre bir tavır almaktır. Tarih bir zihin ve hafıza kurmanın en büyük zamansal desteği. Zamanın ve toprağın zemin olduğu bir büyük zihniyetten söz ederken, yerlilik kendini bu algılamanın merkezine yerleştirir. Yerlilik, tarihin hareketlenmesidir. Bunun karşısında da, şimdiki zaman içinde bir hareket geçiştir, geleceğe bırakmadan, milat tayin etmeden oluşan ve hareketlenen bir fikirdir. Yerlilik bir hatırlayış, bir yerine koyma eylemidir. Hafızanın kopan parçalarını yerine yerleştirmektir. Bir hafızayı yeniden bütünleme çabasıdır. Tarihi hareketlendirmek, tarihin donan noktalarını canlandırarak günümüze doğal bir akış süreciyle getirme çabasıdır. Tarihin belli noktalarında yapılan hatalar, düşülen sapmaların tespitinin ardından tarihin buradan yeniden yürümesi beklenir. Bu hafıza hareketinde dikkatten kaçmayan durum ise zamanı yeniden yürütme halidir. Bu durumda karşımıza iki durum çıkmaktadır. İlki tarihin hataların telafisi yoluyla tarihi yeniden yürütmek, işletmek. İkinci durum ise tarihin bilinenlerinin tarih olarak geçmişte kalmaması amacıyle bunların yaşanan günde canlı durum halini almasıdır. Donmuş bir tarihi bugüne getirmek Yahya Kemal sendromu yaratacaktır. Tarihi canlandırıp işleyişini hafıza olarak sürdürmek yapılabilecek bir durumdur. Bu bakımdan geçmişin bugüne, bugünleşerek dahil olmasından, geleceğin büyük değişim beklentisi taşıyan motivasyonun da bugünleşmesinden sanıyorum bireysel anlamda önemli bir gelişimin kapısına getireceği gibi, millet olarak da bizi farklı bir mecraya götürecektir. Bu mecranın tarihi yeniden hareketlendirmek olduğu ise net ve açıktır.



1 Murat EROL: İsim, Şehir ve Tarih Eşittir Yahya Kemal; Hece Dergisi Yahya Kemal Özel Sayısı, Ocak 2009. (Aynı sayıda yayınlanan Vefa Taşdelen'in "Yahya Kemal'in Şiirlerinde Zaman" başlıklı yazısı zaten bu minval üzerine kurulmuş) Yerlilik İçin Kavramsal ve Anlamsal Bir Çerçeve, Hece Dergisi Yerlilik Özel Sayısı, Haziran-Temmuz-Ağustos 2010.
2 Jan ASSMANN, Kültürel Bellek, Çev.: Ayşe Tekin, Ayrıntı Yayınları, 2001
3Sermet Sami UYSAL, Şiire Adanmış Bir Yaşam: Yahya Kemal Beyatlı, II.Baskı, Bilge Sanat Yayınları, 2006, s.561
4Prof Dr. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, Kasım 2005
5Abdülkerim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, Tercüme: Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, 2012.
6Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, 2004


Bu yazı Ekim 2012 tarihli İTİBAR dergisinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder