YERLİNİN ZAMANI: VAKTİN VE TARİHİN HAREKETLENMESİ
Murat
EROL
Flaubert'e
ait olduğu kuvvetle muhtemel sözde "Geleceği düşünmek
bize acı veriyor, geçmiş de bizi geri çekiyor. İşte o yüzden
de, şimdiki zaman avuçlarımızdan kayıp gidiyor."
denilmektedir. Bu söz bir anlamda bize zamanın ve zamanın içinde
insanın hareketinin de ip uçlarını vermektedir. Her ne kadar
yazar güzel bir geçmiş, kötü bir gelecek önkabulü ile konuşsa
da, bu söz ile "geleceği yönelmek" ve "geçmiş
tarafından geri çekilmek" fiilleri üzerinden düşünmeye
devam etmek mümkün. Geleceğin kötü hali genel olarak dünyanın
gittiği yönle ilişkilendirilirken, güzel halini ise yine
genellikle insan bireysel dünyasına ilişkin olarak tahayyül
etmektedir. Benzer şekilde geçmişle ilgili yargı da birey alanı
ve genel alan arasında değişiklik göstermektedir. Bunlar
psikolojik durumlardır, gerçeğin tespiti anlamı taşımazlar. Bu
yazıda izah etmeye çalışacağımız gibi sanılanın değil
olan'ın tespitine giriştiğimizde karşımıza çıkacak tablo,
insanların kendileri hakkındaki düşünce ve kanaatlerinin değil,
varolan durumun hakim olduğuna da kapı aralayacaktır.
Geçmiş,
bireyin dünyasında salt bir hatırlamalar sahası olarak
nitelendirilmekte ve düşünülmektedir genellikle, toplumsal
anlamda ise geri kalmışlık hissi verir, düşüncesini uyandırır.
Zira çizgisel bir gelişmişlik arkaplan düşüncesi, geçmişin
çok geri, şimdiki zamanın ise geleceğin çok gerisinde olacağı
yönünde bir yapı taşımaktadır. Gelecek, bireyin başarısı ve
güzel günleri demek iken, geçmiş ise geriliğin hüküm sürdüğü
bir alan olarak sadece anılan ve hatırlanan anlar bütünüdür.
Bunlardan dolayı genel olarak geçmişten kaçılır, bugüne
bakılmaz, geleceğe odaklanılır. Zaman, içinde bulunduğumuz veya
beraber yol aldığımız bir zemin değil sadece, insanın duruşunu,
fikrini, tavrını ve hareketini etkileyen bir yapıdır da. Zaman
konusunda kuramlar ise sadece durum tespiti ile yetinir. İnsan,
zamana dair net bir idrake varmakta doğal olarak zorlanmaktadır. Bu
yüzden insanoğlu memnuniyetsizlikleri üzerine bir yaşam kurma
yolundadır. Memnuniyetsizliklerinin ve eksikliklerinin telafisi
yönünde şekillendirir yaşamını. Zamanının, gününün, anının
adamı olamama sorunuyla, ya geçmişe doğru bir kaçışa girişiriz
ya da geleceğin kusurlarından arındırılmış dünyasına. Bu
insani durum fikirlerin de buna göre şekillenmesini sonucunu
doğurmaktadır.
Zamanda
insanın hafıza ve bellek hareketlenmesi olacağı gibi zamanın da
hareketi sözkonusu olabilir. Fikri olarak nerede durduğumuz ve
duracağımız işte tam da bununla ilgilidir. Sezai Karakoç'un
Karayılan şiirindeki o çarpan dizeyi hatırlamak gerekirse,
"ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum".
Bu dizeden mülhem "yaşamıyor gibi yaşıyoruz"
şeklinde bir cümle kurulabilir. Bu dizeyi zamansal hafıza
açısından yorumlamak mümkün. En yalın karşılığı yaşamıyor
gibi yaşıyoruz, yaşantımız adeta bir ölmüşlük hali üzredir.
Hafıza olarak yaşamıyor gibiyiz. Bu dizenin son yarım yüzyılın
özeti olduğunu belirtmek gerek. Zaman idraki ve pratiği bu anlamda
hayatiyet arzeden, bizim şimdiki zamanda konumumuzu belirleyen ve
buna göre de geçmiş idrakimizi ve gelecek tasavvurumuzu
şekillendiren bir durumdur. Zihnen bu geliş gidişlerimiz bize bir
hareket alanı da sağlamaktadır.
Zihnin
hareketlilikleri karşısında teknolojinin insanı taklit eden
icatları, bu alanı bir postmodern yanılsama sahası olarak yeniden
inşa etmektedir. Hatırlanan ile hatırlayan arasında bir somut
iletişimin ve diyaloğun kurulması beklenir. Ancak hatırlama
eylemi teknolojik alana kayarak, hatırlamanın karşısında
hatırlanana dair yeni bilgileri edinip hatırlama işlemini,
hatırlamanın hareketlendirmesini sonlandırır. Teknolojinin bize
bu anlamda klişe halini alan ifade ile sanal bir dünya sunduğu
yadsınmaz bir gerçektir. Giderek hayatın farklı alanlarındaki
hareket ve fiiller yapıyormuş gibi, ediyormuş gibi, düşünüyormuş
gibi ve nihayetinde inanıyor ve biliyormuş gibi biçimler halini
almıştır. Hatırlamanın doğduğu anda, olağan bir beklenilen
hareket biçimi vardır. Bunun yerini yani yaşamın şahidi olmanın
yerini ise, örneğin internet üzerinde sosyal ağda bir profil
incelemesi alabilmiştir. Bu insanın giderek biyolojik olarak
yaşadığı an ile ilişkisi olmasına rağmen, zihnen şimdiki
zamana ait olmadığı sonucuna varmak mümkün olabilecektir. Her
akşam televizyon karşısında geçirilen saatler, biyolojik olarak
içinde bulunulan zamanda zihnen bulunmama durumunu getirmektedir.
Teknolojinin bu sebeple gerçeği kadar zamanı da farklı bir
kurgudur. Kişinin teknoloji vb araçlar yoluyla kendilerine ait
zamanı değil, başkalarına ait ve teknolojinin bizatihi doğasından
kaynaklanan bir zamansal duruma geçeceği de dikkatten kaçmaz.
Zamansal
bir kaymanın olduğunu, aslında bir çok insanın çevremizde et ve
kemik olarak bulunduğunu, kimisinin geçmişte, kimisinin de
gelecekte yaşadığını söylemek durumu özetlemek olacaktır.
Dondurulmuş anların, başkaları eliyle ve marifetiyle doldurulması
ile yaşayan insan toplulukları, şimdiki zamanlarını ellerinden
kaçırmaktadırlar. Büyülenmişlik hali içerisinde, hareketsiz ve
fikriyatsız insanların adına başka insanlar ve makinalar fikreder
olmaktadır. Hareket bu şekilde şekilleniyor. Bu sebeple
toplumumuzun şimdiki zaman adına yaptıkları postmodern bir
hallüssinasyondan başka bir şey değildir.
Zaman
ile ilgili problemin fikri düzlemde karşımıza çıkardığı
sayısız sorunlu yapı vardır. Bunları örnekler ve yöntemler
üzerinden ancak belirlemeye çalışabiliriz. Zihnen geçmişte
yaşama geçmişin coşkusunu taşıma bize şimdiki zamanda tek
başına bir yer sağlamadığı gibi, şimdiki zamana ilişkin
olarak bir harekete, şimdiki zamanın inşaasına kaynaklık
etmeyecek, bu yönde bir adım sayılmayacaktır. Zamanı silsile
halinde yaşamak, sıçramalar yapmadan, sürekliliği içinde
varolup bu anlar bir bütün olarak algılayıp kesintisiz anlamak ve
görmek bize hafıza kazandırır. Postmodern kuram anları birer
fasıla olarak ele alıp, bu fasılaların birbirinden bağımsızlığı
ama yine de kesintisizliği üzerinde yükselmektedir. Zaman, hafıza
açısından kurucu bir yan taşır. Diğer yandan da zaman(ın)ın
çocuğu olmayı başaranlar bir hafızaya sahip olanlardır. Hafıza
bugüne ait bir şeydir, ama geçmişin birikimini taşır, geleceğe
yönelir. Şimdiki zaman ile kurduğumuz sağlıklı ilişki, bize
geçmişle ve gelecekle de kurulacak ilişkide bir sıhhat bahşeder.
O sebeple şimdiki zaman içerisinde bir harekete, aksiyona ve son
olarak fikre sahip olmayan bir insanın geçmişin coşkusunu taşıyor
oluşu, o geçmişi bir tarihi anlatır gibi değil de bugün, şimdi
ve burada yaşıyormuş gibi anlatışı ile yine bir başka insanın
geleceğe dair büyük fikirler ve olayları büyük bir heyecan
içinde anlatıyor olması ve bir an'a sürekli vurgu yapıyor olması
zamansal bir kayma, insanın kendi ontolojisinden uzaklaşarak
hafızasının bir zamanın ve yerinin olmaması yargısı ve
sonucuna vardıracaktır bizi.
Milan
Kundera Gülünesi Aşklar kitabının başında "Şimdiki
zamandan gözlerimiz bağlı geçeriz. Çok çok yaşamakta olduğumuz
şeyleri sezebilir ve tahmin edebiliriz. Ancak daha sonraları,
gözlerimizin bağı çözüldüğünde ve geçmişi incelediğimizde
yaşamış olduğumuz şeyleri kavrar ve onların anlamına varırız."
diye bir tespit yapar. Gözlerin bağı çözüldüğünde şimdiki
zaman kadar gelecek de elden kaçmış olacaktır. Büyülenmişlik
hali bir perdelemedir, insanın gününe ve zamanına dair bir yorum
ve tavır için bir farkındalık ve irade taşımaması demektir.
ZAMANSAL
BİR KAYMA OLARAK YAHYA KEMAL'İN ZAMANI
Türk
edebiyatında ve fikir hayatında eserler üzerinden yapılacak
yorumlarla şairin şiirinin, fikir adamlarının düşüncelerinin
vb. Içinde bulundukları zaman ile ilişkisi kadar, geçmişe
bakışları ve gelecek tasavvurları üzerinde bir yorum yapmak
gerekmektedir. Gününe hitap edebilme başarısı yakalayan yazar /
düşünür bize doğal bir geçmiş/ tarih idraki ve gelecek
tasavvuru da sunacaktır. Bir yazarın tarihle ilgili konuları konu
ediniyor olması onun tarihçi kimliğindendir, onun güne
hitabedemediğinden değildir. Ancak ülkemizdeki yerleşik bilim
alışkanlıkları, anlatıcı ve muhataplarının masalsı bir
geziye çıkmasından ibaret kılmaktadır tarih bilimini. Tarih
tarihte kalır, masal anlatılır. Tarih bugüne dair bir hareketin
şekillenmesinde rol almaz, dondurulur ve öylece bırakılır.
Tarihin belli kısımları bugünün dünyasında işe yaramayacak
şekilde bugüne taşınır, millet şuuru bu hamasetler üzerine
inşa edilir. Bu sebeple Türkiye'de yarım şuur, yarım millet
vaziyeti vardı ve var olmaya devam edecek. Tarihin bugünü
belirleyen bir rol üstlenmesi demek tarihi yürütmek,
hareketlendirmek anlamına gelecektir. Bu da gerçek bir şuur ve
idrakin varlığını doğuracak ve hamasetin en büyük sloganı
olan gücü gerçekten harekete geçirecektir. Bizdeki eksik tarih
algısından ve tarihle kurulan sağlıksız ilişkiden dolayı
şimdiki zamana dair değerlendirmeler nakıs olmaktadır ve geleceğe
ilişkin perspektifi ise daraltmaktadır. Bunların detaylandırılması
için öncelikle bu yönde bir açılımın ve yolun varlığı
gerekmektedir. Yahya Kemal örneği üzerinden farklı zamanlarda
yaptığımız değerlendirmeleri1
burada tekrarlayarak genişletme niyetindeyiz.
Yahya
Kemal'in
şiirleri üzerinden düşündüğümüzde, bu şiirlerde karşımıza
çıkan o muazzam coşku ve kahramanlık ruhu, Yahya Kemal'i
zamanımızın bir şairi olmaktan çok, onu hafıza olarak başka
bir zamanının insanı olarak göstermektedir. Yahya Kemal'in hafıza
olarak geçmişte bir yere ait olduğunu ve orada kaldığını
söylemek uç bir yorum olmayacaktır. Yahya Kemal'in geçmişin
kahramanlıklarını destansı bir dille anlatırken, o derece bir
noktadan yazar ki bu şiirleri, her dize onu yüzlerce yıl öncesine
götürür. O dönemin bir insanı, bir şahidi yapar. O dönemin de
sadece şahidi olmakla kalır ama. Yahya Kemal'in yaşadığı döneme
ait duruşu ise flu bir duruştur. Zira yaşadığı zamana ilişkin
bir duruşu olmadığı gibi, hafıza olarak içinde bulunduğu
zamanda olmadığı yorumuna varabiliriz. Vefa Taşdelen'in
tespitiyle de Yahya
Kemal'de "mazi" sadece geçmiş değil, gelecek ve şimdiki
zamandır.
Yahya
Kemal’in tarih algı ve ilgisiyle ilgili olarak, kültürel
belleğin geçmişin belli noktalarına yöneldiğini söylemiş ve
Jan
Assmann’ın
görüşlerinin2
Yahya Kemal üzerinde tatbikinde bu çabanın bize ilginç sonuçlar
verdiğini ifade etmiştik. Geçmiş geçmişte olduğu gibi
kalmıyor, daha çok şimdiki zamanda bağlantı figürlerle
yoğunlaşarak ortaya çıkıyor. Yahya Kemal’in özellikle fetih
eksenli hatırlamaları, o fetihleri görmüşçesine gününe
nakletmesini getirmiştir. Sermet
Sami Uysal
da Yahya Kemal’in şiirleri daha çok hatırlama temeline
dayandığını, onun içindir ki tarihimizdeki pek çok olay yaşanan
zaman içinde Yahya Kemal’in gözleri önünde canlı tablolar
olarak belirdiğimi kaydeder.3
Burada dikkat edilecek husus fethe dair bir perspektif ve duruştan
ziyade birebir kopyalamak, resmetmek, aynıyla nakletmek şeklinde
gerçekleşmektedir. Yahya Kemal kendine seçtiği tarihi, içinde
bulunduğu zamana adeta o tarihi yaşamışçasına getirme
çabasındadır. Bu anlamdan Yahya Kemal'in tarih anlayışı donmuş
ve kopyalanmış bir tarihtir. Bu tarih hiç bir zaman canlı ve
dinamik bir yapı kazanmamıştır. Yahya Kemal'de tarih bir müzedir.
Tarihsizliğe karşı tarihleşerek cevap vermek bir çözüm
olmamıştır. Yahya Kemal imajı yaşantısıyla değil
yazdıklarıyla adeta bir Osmanlı figürü haline doğru gitmiştir.
Bir Rubaisinde bunu açık bir şekilde ifade etmektedir: "Çık
tayy-ı zaman et açılır her perde/ Bir devr geçir istediğin her
yerde/ Ben hicret edip zamanımızdan yaşadım/ İstanbul'u
fethettiğimiz günlerde"
Tayy-ı
zaman konusunu, sufilerin zaman yaklaşımına değineceğimiz
bölümde ele alacağız. Bu şiirin anlattığı şekilde Yahya
Kemal hafıza olarak tarihe dönmüş, net olarak göreceklerini
görmüş ancak o tarihi gününe doğru yürütememiş, günceline
taşıyamamış, hareketlendirememiştir. Bunlardan hareketle Yahya
Kemal’de karşımıza çıkan tarihselliğin yerliliğin önerdiği
tarihsellikle bir bağı bulunmadığını ifade etmek mümkün.
Yahya Kemal'in tarih algısı ve sunusu hamasete açık, coşkun,
doğruluğuna kimsenin bir şey demeyeceği kadar nettir ama bu tarih
tarih olarak kalmaktadır, bu tarihin şimdiki zamanla ve gelecekle
bir irtibatı bulunmamaktadır. Yahya Kemal geçmişe özlemle,
geçmişe dönmüştür adeta. Ütopik bulunabilir ama Yahya Kemal bu
anlamda zamanının insanı değildir. Tarihi olduğu gibi, donmuş
halde bugüne getirmeye çalışmıştır, bu konuda özel bir çabası
oldu veya olmadı, ortaya çıkan netice budur. Yahya Kemal tarih
içinde tarihsel kayboluş yaşamıştır. Yahya Kemal geçmişin
sarhoşudur. Bu anlamda onun tarihe olan ilgisine, sevgisine rağmen
onda bugün yüklenen anlamıyla yerli bir tavır görmek
olanaksızlaşacaktır. Tarihi hareketlendirmek, bugünde etkin ve
aktif kılmak, ne hazindir ki bu büyük şairde mümkün
olamamıştır.
Diğer
taraftan bilinen tarihi olaylar Yahya Kemal’de adeta
destanlaşmıştır. Kültürel bellekte, gerçek tarihin hatırlanan
tarihe ve ardından efsaneye dönüştüğü ileri süren Assmann,
efsanenin kurucu bir tarih ve bugünü geçmişin ışığıyla
aydınlatmak için anlatılan bir öykü olduğunu ileri sürer
(Assman, s.55-56). Yahya Kemal'de bu tespitin eksik kalacağı
açıktır. Zira onun tarihin kurucu bir rol aldığı görüşlerin
savunusunu yaptığına rastlamak zor. Milat olarak bir başlangıç
tayini vardır (1071). Ancak bunun sadece hatırlama figürü oluşu
dikkatten kaçmaz. Yani işaretlenen tarih (1071) ve mekan
(İstanbul-Anadolu) destanlar için hatırlatıcı bir rol üstlenir.
Oysa Assmann'a göre bellek
yeniden kurma işlemine dayanır. Geçmiş, bellekte olduğu gibi
kalmaz. İlerleyen şimdiki zamanın değişken ilişkileri
çerçevesinde sürekli olarak yeniden örgütlenir. Yeni olan da
sadece yeniden kurulan geçmiş biçiminde ortaya çıkabilir
(Assmann, s. 45-46). Yahya Kemal'in bu tip bir fikri yapıya sahip
olduğunu söylemek de, çabalarının bu yönde olduğunu da
söylemek de zor. Onun tarih ve millet şuuru sadece yeniden
tanımlanan millet
için farklı bir katkı olmuştur. Vefa
Taşdelen'e
göre de 'ati' her ne kadar bir 'söylem' olarak bu dünyaya dahil
edilmek istense de Yahya Kemal'in dünyasında, gelecek kapısı
kapalıdır. Zamanın güçlü bir şekilde 'mazi' olarak ortaya
çıkması, ona tarihsel ve kişisel bir karakter kazandırır. Yahya
Kemal'in kendi özgeçmişine yaklaşımı ile milletin geçmişine/
tarihine yaklaşımı aynıdır. Üsküp'ün tekke havası onda bir
ömür bu havanın arayışını var etmiş, bir aşinalık olarak
hep var olmuştur. Hatırlama ve bellek’in Yahya Kemal’in içinde
bulunduğu zamandaki ve geleceğe akan görüşlerini
şekillendirirken, diğer yandan O’nun geçmişe dönmesini de
getirmiştir.
Yahya
Kemal artık kendi kişisel geçmişine duyduğu özlem ve
hatırlamalarla milletinin tarihine duyduğu özlem ve hatırlamaları
özdeş hale getirerek farklı bir boyuta geçmiştir. Ancak ne yazık
ki, bu durum aşinalıktan öteye gidememiş, bir tavra ve duruşa
dönüşememiştir. Yahya
Kemal'in yaşadığı döneme ait bir duruşu olarak
değerlendirebileceğimiz, yaşadığı dönemde hafaza olarak
canlılık emaresi sayılabilecek birkaç husus bulunmaktadır. Yahya
Kemal'in kısık bir sesle de olsa Tekke ve Zaviyelerin
kaldırılmasına ve Harf Devrimine karşı farklı bir ses olma ve
farklı bir yol önerme çabası onu yaşadığı zamana
yaklaştırmıştır. Belirttiğimiz gibi, aşinalık bir duruştan
ziyade kısık bir teklif olarak kalmıştır. Diğer bir nokta yine
Yahya Kemal'in yaşadığı dönemle ilişkisini ortaya koyan farklı
bir boyutu göstermektedir. Atik
Valde'den İnen Sokakta
şiirinde yüklendiği ses, Yahya Kemal'i içinde bulunduğu zamanda
güç, feraset ve duruş sahibi bir tip olarak göstermemektedir,
aksine Yahya Kemal şiirinde, olmak istediği ama olamadığı bir
hali anlatırken, zamanı ve mekanı ile bir bağ taşımamaktadır.
Şiirde anlatılan zaman, Ramazan
ayıdır. Mekan ise İstanbul'un bir semti. Zaman ve mekandan ayrı
düşmüştür. Zira oruç tutulan bir yerde ve zamanda kendisi oruç
tutmamaktadır. Ramazan ayının maneviyatının farkındadır,
insanların yüzlerinden anlamaktadır oruç tuttuklarını, o
sokakta hissettiği ferahlık için, içinden Allah'a dahi seslenir.
Ancak oruç tutmamaktadır, bu durumu neşesizlik olarak
nitelendirirken "Yurdun
bu iftarından uzak kalmanın gamı"
dizesiyle orucu bu yurda, vatana has bir şey kılarken, kendi
durumunu ise gurbet olarak nitelemiştir. Bu şiirde yine mekan ve
zamanın nasıl bir belirleyicilik içerisinde olduğu ortaya
çıkmaktadır. Yahya Kemal, belli bir zamana (Ramazana) ait bir
fiili, mekanla (önce mahalle sonra yurt ile) özdeşleştirmek
suretiyle bunun dışında kalan alanları gurbet, kalan insanları
ise gurbetteymiş gibi görmektedir. Aşinalık, zamanda ve mekandaki
değişmelere göre, değişik tavırlar getirmektedir. Yoksa ilkesel
anlamda bir duruşu sağlamamaktadır. Yahya Kemal'ın kendisini oruç
tutmadığı için gurbette hissediyor olması, onun gurbette yani
yurttan (mekandan) uzakta farklı bir tavır içinde olduğunun da
itirafıdır. Bununla ilgili son olarak söylenebilecek tespit yine
zamanla ilgili bir prblemin olduğudur. Yani bu zaman diliminin
(Ramazan ayı) gurbette yokluğunu sanan, bunu farketmeyen bir
yaklaşım. İnsanın oruç ibadetini farklı mazeretler nedeniyle
terkedebileceği ya da bir farzın terki gibi bir tercihle oruç
tutmaması bizi farklı bir anlamaya götürmez. Ancak yurdun bir
mahallesine has bir zamanmış dilimiymiş gibi o zamanı (Ramazanı)
düşünmek, zamansal olarak Yahya Kemal'in gününün idrakinde
olmadığını göstermektedir. Gurbette iken bu zaman dilimi yok,
ama yurdum bir semtinde var. Bu yaklaşımı Yahya Kemal'in bir çok
şiirinde, düşüncesinde görmek mümkündür.
Yahya
Kemal örneği bize zaman içerisinde zihnen var olma biçimimizi
açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yahya Kemal, şu bir
gerçektir ki, içinde bulunduğu zamanda ve zamana ilişkin bir
duruş geliştirememiştir. Yahya Kemal'in tarihi yeniden ürettiği
görüşüne katılmak zor, zira Yahya Kemal tarihe dönerek onun bir
parçası olma yolunu seçerek, kendisi için tarihi güncelleme ve
güne getirme yolunu da kapatmıştır. Onun heyecanı, inancı,
vatan ve milletseverliği geçmiş (tarih) üzerine kuruludur. İçinde
bulunduğu zamana ilişkin ilkesel ve fikri bir duruş ortaya
koymamaktadır, bu nedenle bir gelecek tasavvuru da bulunmamaktadır.
BİR
MİLAT UĞRUNA ZAMANSAL SAPMA
Gelecek
adına, gelecek için bugününü, şimdiyi unutanlar ve ıskalayanlar
geleceğe vardıklarında, bir başka geleceği bekliyor olacaklar.
'Gelecek' gelecek, ama şimdiki zamanı unutanlar için 'gelecek',
beklenen bir milat olarak hep uzaklaşan bir zaman olacak. Milat
düşüncesi o yüzden yabancıdır, bizde böyle bir düşünce
bulunmamaktadır.
Bugünü
yaşamasını bilenler, vazifelerini bilenler, hakkıyla idrak ve eda
edenlerdir. Yerlilik düşüncesinin geleneksel dünyadan bugüne
getirdiği ve önerdiği zaman algısının şimdiki zamanda bir
kolunu geçmişe, diğerini ise geleceğe uzatması olarak
somutlaştığını ifade edebiliriz. Sık sık başvurulan pergel
örneği üzerinden ifade etmek gerekirse, pergelin sabit noktası
şimdiki zamandır, pergelin hareketli kısmınının geçmiş ve
gelecek üzerinden geçen bir çizgi çizdiğini düşünebiliriz. Bu
örnek üzerinden yapılacak bir çıkarımsama ise, geçmişimiz
kadar geleceğimiz olduğudur.
Denklem
basittir, 'dün'ün geleceği 'bugün', yani 'dün'ün yarını.
Günümüz insanının en büyük sorunu hafıza ise, bunda en büyük
etken ise, şimdi, bugün veya an hakkında doğru bir bakışa sahip
olunmaması ve bugün'ü etkileyecek bir fiil eksikliğidir. Bugün
yapılan bir çabanın gelecek zamanda gerçekleşmesi muhtemel bir
olaya (devrim'e) göre şekilleniyor olması, salt bu devrimi
amaçlıyor olması zamansal olarak bu hareketlerin geleceğe kaçış
içerisinde olduklarını da çıkarmaktadır. Bu yüzden devrimci
hareketlerin bir miladı gözetiyor oluşları itibariyle, zamansal
bir kayma içerisinde olduklarını söyleyebiliriz. Devrimci
hareketlerin, diğer bir çok faktör yanında sırf bu zamansal
durum yüzünden dahi yerli olamayacakları yerinde bir tespit
olacaktır. Zira her an oluş içerinde, her an tabir caizse 'devrim'
ile karşı karşıyayız. Bu oluş'a, bu yaradılışa verilecek en
büyük karşılık, aynı şekilde mukabele etmekten geçmektedir.
Bu yaradılış ve oluş'a verilecek cevabın gelecek zaman
içerisinde olduğunu düşünmek, bir milatla bu cevabın
verileceğine inanmak metotsal olduğu gibi zamansal ve fikirsel bir
sapmayı da doğuracaktır. Ötelenen bir devrim, devrimcinin elinde
nihai bir hedeftir ama yöntemsel değişiklikler ve şartların
karşısında edilgen bir rol alma olarak kendini gösterecektir.
Devrimcinin söyleminin, kalabalıklar için romantik olmasından
ötede bir karşılığı ve etkisinin görülmesi olası değildir.
Devrim olarak nitelenen durumların ise, toplumdan topluma değişik
isimler alabildiğini güncel olaylar da göstermektedir. Devrim diye
bir şeyin olmadığı, sadece muhayyel bir motivasyon ve siyaset
aracı olduğu ise acı bir gerçek olarak toplumsal hafıza da yer
alacaktır.
Geleceğe
ilişkin milat belirlemek bir kaçış ve zamansal sapmadır. Geçmişe
ilişkin bir milat tayini nedir o halde? Örneğin Yahya Kemal'in
Malazgirt Meydan Savaşının tarihi olan 1071'i bir
milat olarak kabul etmesinin anlamı elbette farklıdır. Bu bir
hatırlama figürüdür biraz evvel değindiğimiz gibi. Hatırlama
figüründe bellek- hafıza o tarihi canlı tutarak şimdiki zaman
için belirleyici olmasını amaçlar. Yahya Kemal'in şimdiki
zamanında etkin olamasa da, durum budur. Geleceğe ilişkin olarak
bir milat belirlenmesi, kullanılan metotların, söylemlerin ve son
olarak duruşu da buna göre şekillenmesi demek olacaktır. Bu durum
sufilerin gerçekleşmesi kesin olan bir durum olan ölüm'ü,
düşünürek bugünlerine katmalarına benzemiyor. Ölümün bugün
içinde, etki ve belirleyici rol alması bir düşünce
metodolojisinin bir bütününe ait bir parça. Tek başına almak ve
parçasal anlamda kullanmak sorunlu bir yapı getirecektir. Ölüm
düşüncesinin, şimdiki zamanda etkin olması yanında -aşağıda
değinileceği gibi- hiç ölmeyecek gibi çalışma ilkesi de
bulunmaktadır, ki bu da gelecekte olması kesin bir olay (ölüm)
hiç yokmuş gibi, şimdiki zamanın içinde bulunma gücü ve
kuvvetini doğurur. Gelecekte gerçekleşmesi bir ihtimal olan olay
(devrim), bugün içinde etki olmamaktadır. Devrim'e göre metodun
şekillenmesi, geleceğe kaçış olduğu kadar, şartların elinde
edilgen bir durumun da doğması demektir. Devrim düşüncesi,
bugüne verilen bir cevap değil, geleceğin ihtimallerine verilen
bir cevaptır. Bu bakımdan devrim düşüncesi, duruş ve ilkesel
olarak geçmişi yok sayabilmekte, bunları canlı kılmayı gereksiz
görebilmekte ve son olarak bunları zamansal, mekansal ve fikri
olarak ötelemektedir. Tarihin içinde kaybolmak ile geleceğin
labirentlerinde kaybolanan iki duruş karşısındayız. Türkiye'de
egemen olan fikir yapılarının genelinin bu iki mecra üzerinde yol
aldığını söyleyebiliriz. Tarihin gücünden bahsetmesine ve buna
inanmasına rağmen, tarhi dondurma, kopyalama ve bugün için canlı
ve hareketli bir yapı olmaktan uzaklaşma şeklindeki muhafazakar
düşünce yapısının karşısında ise devrimci düşünce vardır.
Devrimci düşünce içinde tarih geçen bir kitaba, yazıya veya
fikre karşı refleksini kolayca vermektedir. Bu düşüncenin
gelecek zamana ilişkin büyük hedef(ler)i olduğundan ve gelecek
zaman içinde bir noktada büyük bir olay (devrim) olacağından,
tarihin giderek gereksiz bir ayak bağı olduğuna varabilmekte,
muhafazakarların düştüğü yanlışın bir benzerini kendi
kulvarında yaparak tarihi dondurup tarihte kalmasına istemektedir.
Devrimcinin muhafazakardan farkı, muhafazakar tarihi kopyalar ve
nakleder, devrimci bunu yapmaz, devrimcinin tarih algısında tarih
yine tarihte kalır.
Gelecek
zaman içerisinde gerçekleşmesi bir ihtimal olan bir olaya göre
oluşan hareket soyut bir zeminde yürümektedir. O yüzden zaman ve
mekan anlamında sorunludurlar, bu iki konuyla ilgili gelecek
önermelere ve fikirlere karşı reflekssel tepki verirler. Şimdiki
zaman içerisindeki seyirleri ise genellikle konjonktürün ve
şartların belirleyiciliğinde sürer.
SUFİLERİN
VAKTİ
Tasavvuf,
Türkiye'deki İslami düşüncenin olduğu kadar, görünür tüm
Müslüman aktörlerin üzerinde bir şekilde etkili olmuş tarihsel
bir gerçekliktir. Tasavvufun tarihi donmuş olaylar ve durumlar
tarihi değildir. Tasavvuf kendi mecraında tarihi yürütmüş,
hareketli tutmuştur. Geleneksel ritüeller yoluyla tasavvuf kolları/
yolları tarihin birikimini şimdiki zamana taşıma kolaylığı ve
imkanı içerisindedirler. Tarihsel anlamda tasavvufun Anadolu'daki
İslam düşüncesine olduğu kadar, kırılmalara uğrayan İslami
hareketlenmelerin ve bilgisinin kesintisiz bir şekilde uygulanması,
öğretilmesi ve aktarılması büyük bir rol üstlenmiş ve derin
bir kopuşun önüne geçmiştir. Sufilerin, bütün sui zanna ve
ithamlara rağmen, sufilik yolunun gereklerini getirme yanında
aksiyoner bir yanlarının olduğunu belirtmek gerekiyor.
Sufilerin
zaman konusunda farklı kavramsallaştırmalara girişmeleri zengin
bir dünyanın geleneğinin varlığındandır. Zaman kavramına vakt
kavramsallaştırması ekseninde bir bakış gelişmiş ve bu eksen
sufi yolunun önemli bir tavra sahip olması sağlanmıştır.
Öncelikle kavramlara ve tanımlarına bakarak bu çerçevede yol
alabiliriz.
Herşeyden
önce sufi'nin ibnü'l vakt olduğu
vurgulanır. Süleyman Uludağ'ın tasavvufi kavramlara ilişkin
olarak hazırladığı önemli kaynak eserinde4"ibnü'l
vakt" kelime karşılığı
olarak "vaktin
çocuğu" olarak
açıklanırken, geniş anlamda ise, "içinde
bulunduğu zamanda yapılması en uygun olan şeyle meşgul olur, o
vakitte kendisinden istenen şey neyse onu yapar. Derviş, ne
geçmişle ne gelecekle ilgilenir, yalnızca hali değerlendirir"
(Uludağ, s.179) şeklinde bir açıklama yapılmıştır. Benzer
ifadeler Kuşeyri Risalesinde5
geçmektedir (s. 180). Ethem Cebecioğlu'nun sözlüğünde6
ise "Vahdetin
sırrına tam olarak ulaşan sufiler "an-ı daim"i
yaşarlar. Onlar İbnü'l-vakttir"
şeklinde bir tanım bulunmaktadır. Yine ilave olarak "Tasavvufta
geçmiş ve gelecek endişesinden kurtulmuş, şimdiki ânı yaşayan
sufi'ye ibnu'l-vakt" tanımı
verilmektedir. Uludağ'ın açıklamasında ise "içinde
bulunduğu zamanda en uygun olan şeyle meşgul olma" hali
dikkati çeker. Bu vaktin değerlendirilmesi anlamında, genişleyen
bir anlamı işaret etmektedir. Neye göre, kime göre gibi
görecelilik içeren soruların fazla anlam taşımadığı açıktır.
Derviş, ne geçmişle ne de gelecekle ilgilenir, onun hedefi
hal'dir, an'dır, vakt'tir. Bu bakımdan hal'in inşaası, an'ın
yaşanması suretiyle bir hareket gerçekleşir.
Diğer
dikkat edilecek kavramlar ise tayy-ı mekan, tayy-ı zaman (bast-ı
zaman), rabıtayı mevt gibi
kavramlardır. Uludağ'ın sözlük çalışmasına göre,
bast-ı zaman "zaman
içinde zaman yaratılması, uzun sürelerin kısa sürelere
sığdırılması" (s.66), tayy-ı mekan "mesafelerin
kısalması suretiyle gerçekleşen keramet" (s.345) olarak
açıklanmaktadır. Geçmişte olan, gelecekte ise olacak olan,
şimdi, bu anda oluyor, dervişin anı, şimdiki zamandı, bir cem
olma hali olarak yapılanıyor. Buna göre geçmişle ilgili olan ne
var ise, bildiği ve inandığı ne varsa, bunlar şimdiki zaman'da
kurulmak istenen hal'e çekilir. Gelecekte ne varsa, ne olması
isteniyorsa bunlarda şimdiki zamana çekilir, berilenir. Şimdiki
zamanda bu şekil bir hareket doğar. Hareketin geçmişin bilgisi,
geleceğin emelleri ile şimdiki zamandaki hal'in şekli bir senteze
girer. Zamanın her insan için geçerli, genel geçer hali içinde
derviş kendine özgü bir zaman ve buna göre bir hareket biçimi
geliştirir. Tayy-ı zaman aynı anda başka zamanda bulunmak
şeklinde de zuhur edebilir. Zaman içinde bir zaman kurulması
yanında, genel geçer zaman içerisinde, kendi kurduğu zaman
haricinde, başka bir zaman'a geçebilir. Bunların keramet zuhuratı
olarak anlaşılması yerine, sembolik olarak değerlendirilmesi,
insanları geneline sunulabilirliği önemli bir husustur. İnsanlara
kendi içlerinde olmadıkları bir dünya anlatılamaz. Sembolik
olarak derviş'in zaman içerisindeki hareketlenmesinin hafızanın
ve belleğin kurucu yanından kaynaklandığı söylenebilir. Kurucu
hafızada belirtildiği gibi geçmiş, sadece geçmiş olarak
kalmıyor bugüne getiriliyor ve kurucu bir rol üstleniyor. Geleceğe
ilişki tasavvurda ise, geleceği şimdiki zaman'a çekmek suretiyle
bugüne ait kılmak mümkün olabilecektir.
Bir
diğer kavram olan mevt konusunda ise "nefsin heva ve
hevesinin kökünü kazımak. Onu maddi hazlara ve bedensel zevklere
yönelten heva ve hevesin yok edilmesi nefsin ölümü anlamına
gelir. "Ölmeden evvel ölmek" budur. Nefs süfli
aleme çekilince kalp ölür, ulvi aleme çekilince kalp ve ruh hayat
bulur." (Uludağ, s. 147) denilmektedir. Cebecioğlu ise
"Tayy, Arapça dürülmek anlamını ifade eder. Allah'ın,
dostlarına bahşettiği kerametlerden biri de, Miraç
gecesinde Hz. Peygamber (s)'in yaşadığı türden olmak üzere,
onlara bir anda, uzun mesafeler kat'ettirmesidir. Zaman ve mekanla
kayıtlı insan bedeninde, zaman ve mekan sınırlamasından
kurtulmuş "ruh" denen varlığımıza (veya özümüz)
dayandırılmak ile anlatılması basitleşen bu olay, evliya
biyografilerinde sık sık rastlanır." şeklinde
bir açıklama yapmaktadır. Nefsin durumuna göre bir hal var. Buna
göre süfli alemde
kalp ölür, ulvi
alemde kalp ve ruh hayat bulur. Kalbin öldüğü ve dirildiği bir
zaman. Bu, nefsin tavrına göre olmaktadır. Nefs
(insan) bir yolu seçer, buna göre bir netice ile karşılaşır. Bu
netice birince ölüm,
birinde diriliş. Yine
sembolik bir yorumlama ile insanın gelecekte alacağı tavır ve
gideceği yol'a ilişkin kullanacağı tercih berilenmekte ve şimdiki
zaman içinde bir canlı durum olmaktadır.
Farklı
bir kavram olan aslu'z zaman
(zamanın aslı) kavramının tanımı için ise Kaşani, bunun
"sufilere göre
vakit olduğunu" belirtmiştir.
Vakit ise "geçmiş
ve gelecek zaman arasındaki şimdiki zamandır ve sürekliliği
vardır (...)" (Kaşani, s.
63). An-ı daim
kavramı ise Uludağ'ın sözlüğünde "sürekli
an, ezel ile ebedi içine alan ilahi mertebenin (hazretin) imtidadı,
zamanın batını ve aslı.(...)
Daimi an, zaman üstü zaman, daha doğrusu zamansızlık
anlamına gelir ve üzerinden zamanın geçmediği hakikate ve zata
işaret eder." (Uludağ: s.
41). Derviş kendi zamanını kurma çabasındadır, kurduğu bu
zaman kendi gerçek zamanıdır. Aksi durumda genel anlamdaki zamanın
elinde bir yapraktır. Bu şekilde zamanüstü bir düşünceye
varmakta, duruş ve ilkeler anlamında bir zamansızlığa
varmaktadır, bu zamansızlık onun ilkelerinin daim oluşundandır.
Yine
bunlara ilave olarak tul-i emel ve kasr-i emel olarak
iki kavram bize ışık tutacaktır. İlki "hiç ölmeyecekmiş
gibi insanın dünya için çalışması", ikincisi ise
"hemen ölecekmiş gibi ahiret için çalışmasıdır"
(Uludağ: s.361) Tul-i emel ile isteğin yani emelin
ertelenmeden, olması kesin olan an (ölüm) gelecek zaman içerisinde
yokmuş gibi hareketin kesintisizliği üzerinden hareket
öngörülmektedir. Kasr-i emel kavramıyla da, bugün için gelecek
zamanda gerçekleşmesi kesin olan an'ın (ölüm) hemen şimdi
gerçekleşeceği düşüncesiyle bir hareketi getirir, bununla
gelecek zamanın şimdiki zamana çekilmesi, taşınması söz konusu
olmaktadır. Bu iki hal'in birbirinden ayrılmayacağını, birbirini
tamamlayan bir yapı taşıdıklarını göz ardı etmemek gerekir.
Aksi halde sadece birisi üzerinde yol almak zamansal olarak bir
sapmayı doğuracaktır.
"Ölmeden
evvel ölmek" diye özetlenen ölüme hazır olmak gelecekte
olacağı kesin bir durum üzerinden hayatı yeniden biçimledirmektir
aynı zamanda. Ölüme mü'minin hazırlığı, günahlardan
uzaklaşmak, ibadetleriyle beraber kalbi arındırmak yoluyla olur.
Ölümü düşünen sufi gelecekte olacak olan kesin bir olayı, hal
itibariyle yaşama ve tecrübe etme durumundadır. Geleceği kendi
zamanına ve güncel hafızasının bir parçası olarak kuran, buna
göre yaşamı üzerinde kararlar veren bir insan modeli karşımıza
çıkmaktadır. Geleceği içinde bulunduğu zamana çeken, hafıza
olarak geçmişin, bugünün ve geleceğin ortasında, hepsini bugün
içerisinde teorik olarak birleştiren bir hafıza ile karşı
karşıya gelmekteyiz.
Sufilikte
kavramsallaştırılan tayyı mekan ve tayyı zaman'ın, mevt (ölüm
rabıtası)nın farklı zaman ve mekanlara kısa süreli gitmek
yorumlayabiliriz. Aynı anda başka bir zamanda olmak tayy-ı zaman,
başka bir mekanda olmak tayy-ı mekan. Genişleyen ve derinleşen
zaman ile sufi, zamanın en küçük birimi olan an üzerinde
farkındalık kurabilmeyi, bundan hareketle de an'ını
kıymetlendirmeyi amaçlar. Amacına ulaşması geleceğinin inşaası
anlamı taşıayacaktır.
ERTELENMİŞ
HAREKET, ÖTELENEN MİLAT
Zamanla
ilgili bu yazı hacminde farklı şekildeki yaklaşımlara dikkati
çekmeye çalıştık. Şimdiki zamandan geçmişe giden, geçmişi
bugüne getiren ve nihayet geçmişi dondurmayıp tarih olmasına
müsaade etmeden, güne göre güncelleyen bir hafıza ile karşı
karşıya kalırız. Şimdi zamana dair bir farkındalıktan
bahsedilecekse, önce şimdiki zaman'a dair bir farkındalıktan
bahsedilebilir.
Ertelenmiş
ideoloji, ötelenen
hareket kendini dinamik tutmak,
bu ötelenmişlik karşısında farklı bir motivasyona erişmek için
doğal olarak belli argümanları kullanır. Kendi dışındaki
hareketlenmelerin ve hareketlenme çabalarının değersizliğini
vurgulamak amaçlı bir harekete varır. Bunun çok da anlamlı
olmadığı açıktır. Reaksiyoner bir durumla karşılaştığımızda
günden günde uzaklaşan, bir türlü gelmeyen bir devrimi
hatırlamamak eksiklitir. Bir gelecek tasavvurunun olması ile
ertelenen hareket arasında bir bağ kurmak zor. Şimdiki zamanda bir
hareketin gelecek zamanda da sonuçlar doğurması olağandır.
Geçmişe, geleceğe dair zaman tasavvurları bizi şimdiki zamandan
koparmaz. Gelecek zamanda bir milat tayinin aslında ertelenen
idelojiyi doğuracağı açıktır. Ertelenen ideoloji
günden, şimdiki zamandan uzak tutularak farklı bir araçsallık
yüklenmektedir. Geçmişi yaşayanlar ile geleceği
yaşayanların yanı sıra, hiç yaşamayanların olduğunu söylemek
abartı sayılmaz. Zira algısal olarak gündelik yaşamını
alışkanlıkların eline bırakan, insan ölüdür bir anlamda.
Yerlilik
düşüncesinin temel oluşturduğu bir fikriyatın temelinde
sufilerin zaman, insana ve mekana bakışları bu şekilde kendini
göstermektedir. Yerliliğin
önerisi donmuş bir tarihi bugüne taşımak değil, tarihi değişen
akışı ile anlamak, tarihin seyrinin sahih olana sadakat üzre
ilerlediğinde nasıl olacağı üzerinde yoğunlaşmak ve buna göre
bir tavır almaktır. Tarih bir zihin ve hafıza kurmanın en büyük
zamansal desteği. Zamanın ve toprağın zemin olduğu bir büyük
zihniyetten söz ederken, yerlilik kendini bu algılamanın merkezine
yerleştirir. Yerlilik, tarihin hareketlenmesidir. Bunun karşısında
da, şimdiki zaman içinde bir hareket geçiştir, geleceğe
bırakmadan, milat tayin etmeden oluşan ve hareketlenen bir
fikirdir. Yerlilik
bir hatırlayış, bir yerine koyma eylemidir. Hafızanın kopan
parçalarını yerine yerleştirmektir. Bir hafızayı yeniden
bütünleme çabasıdır. Tarihi hareketlendirmek, tarihin donan
noktalarını canlandırarak günümüze doğal bir akış süreciyle
getirme çabasıdır. Tarihin belli noktalarında yapılan hatalar,
düşülen sapmaların tespitinin ardından tarihin buradan yeniden
yürümesi beklenir. Bu hafıza hareketinde dikkatten kaçmayan durum
ise zamanı yeniden yürütme halidir. Bu durumda karşımıza iki
durum çıkmaktadır. İlki tarihin hataların telafisi yoluyla
tarihi yeniden yürütmek, işletmek. İkinci durum ise tarihin
bilinenlerinin tarih olarak geçmişte kalmaması amacıyle bunların
yaşanan günde canlı durum halini almasıdır. Donmuş bir tarihi
bugüne getirmek Yahya Kemal sendromu yaratacaktır. Tarihi
canlandırıp işleyişini hafıza olarak sürdürmek yapılabilecek
bir durumdur. Bu bakımdan geçmişin bugüne, bugünleşerek dahil
olmasından, geleceğin büyük değişim beklentisi taşıyan
motivasyonun da bugünleşmesinden sanıyorum bireysel anlamda önemli
bir gelişimin kapısına getireceği gibi, millet olarak da bizi
farklı bir mecraya götürecektir. Bu mecranın tarihi yeniden
hareketlendirmek olduğu ise net ve açıktır.
1
Murat EROL: İsim, Şehir ve Tarih Eşittir Yahya Kemal;
Hece Dergisi Yahya Kemal Özel Sayısı, Ocak 2009. (Aynı sayıda
yayınlanan Vefa Taşdelen'in "Yahya
Kemal'in Şiirlerinde Zaman"
başlıklı yazısı zaten bu minval üzerine kurulmuş)
Yerlilik İçin Kavramsal ve Anlamsal Bir Çerçeve, Hece
Dergisi Yerlilik Özel Sayısı, Haziran-Temmuz-Ağustos 2010.
3Sermet Sami UYSAL, Şiire Adanmış Bir Yaşam: Yahya Kemal Beyatlı, II.Baskı, Bilge Sanat Yayınları, 2006, s.561
4Prof Dr. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, Kasım 2005
5Abdülkerim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, Tercüme: Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, 2012.
6Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, 2004
Bu yazı Ekim 2012 tarihli İTİBAR dergisinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder