7 Ocak 2013 Pazartesi

AKİF'İN PALTOSU


Ercan YILDIRIM
            Mehmet Akif Ersoy'un ahlakı, şairin üzerinde en çok durulan yönü olması kadar onun Ankara'nın soğuk kış günlerinde, rahatsız olan bir arkadaşına verdiği paltosu da sıklıkla anlatılır. Evet, büyük şair kendisi Ankara'nın ayazında paltosuz gezerken, İstiklal Marşı ödülünü reddetmişti. Bu millet ve vatan kavramı için eşine ender rastlanan bir davranış.
            Bu hikayede geçen "Ankara'nın ayazı", "Akif'in paltosu", "İstiklal Marşı" bize bugün Akif ilgisinin menşeini manidar biçimde anlatır.
            Ankara'nın ayazı… Ankara büyüyüp metropol halini aldıkça etrafına barajlar yapıldı. Bu barajlar Ankara'nın nem ortalamasını yükseltti. Ankara nemin etkisiyle kısmen ılıman bir havaya bürünse de yazları çekilmez hale gelmeye başladı. Ankara'nın yaz sıcağı insanı yakar fakat bunaltmazdı. Kış soğuğu eğer karlıysa nispeten daha yumuşak olurdu. Ama bulut az ise o müthiş "ayaz" resmen insanı dondururdu. Ayaz vücudu üşütmekle kalmaz, yüzü, boynu ve saçları çok etkilerdi. Yüz felci geçirmek içten bile değildi. Ankara'ya eskiden çok kar yağardı. Ufuktepe'deki gecekondu evimizde hatırlıyorum kar bazen çatıya kadar yükselebilirdi, şimdi bunlardan eser yok. Sanatoryum Hastanesi'nden hatta Meteorolojiden çok yürümüşlüğümüz vardır, yollar kapandığı için.
            Akif'i bu müthiş ayazda paltosuz düşünemiyorum. Ondaki sorumluluk duygusunun aşırı gelişkinliği, kendinden fedayı beraberinde getirmiştir. Sonradan yayınlanan mektuplarında paraya olan tamahsızlığından "pişman olduğu" tam böyle söylemesek bile biraz da kendini ve ailesini düşünmesi gerektiği gibi bir hayıflanma içine girdiği görülür.

            Sorumluluk, Dayanışma, Paylaşım
            Akif'teki sorumluluk duygusu Türkiye'de tefekkür hayatında, siyasette çok az bulunur. Onun ahlakı sorumluluk duygusuyla örülmüştür. Akif'in paltosundan bir yardım duygusu doğurmamak gerekir. "Paylaşma", "dayanışma", "dostluk"… Bugünün insanına ne kadar uzak üç kavram. Akif bir ekip, kadro, dostluk ve millet bilincinin adamıydı. Babanzade'ye olan bağlılığı gönül işinin çok ötesindeydi. Mısırlı paşaların ona olan saygısı muhtemelen "sahiciliğinden" idi. Cemal Kuntay'ın, kürsüden Mustafa Kemal tarafından şiiri okunan adamın bağlılığı, Erişirgil gibi birinin ilgisi başka türlü izah edilemez. Onun ile iş yapmak çok keyfli olsa gerek. Aynı zamanda ağır. Çünkü çok sert, katı ve prensipleri olan bir dava adamı. Bugün belki prensiplerine bağlı olan bir çok kişi var ama Akif'in prensipseverliği kendi kişiliğine yontan biçimde değildir. Bu Akif'in kendi kişisel hesapları peşinde koşmaktan çok memleket davasını tek hakikat saymasıyla ilgili. Dayanışma duygusu çoğunlukla sık sık üzerinde durduğu ayrılık, ihtilaf gibi bölünmelere kendisinin de uymama çabasından kaynaklı olduğu söylenebilir.
            Bugün Akif'i kendisine örnek almaya gayret eden kesimler, varlıkları gittikçe artan, burjuvaziye özenen, Türkiye'deki 1860 yılından itibaren doğmaya başlayan ve ticari kapitalizmle kendisini ifade etmeye çalışan dindarların Akif'ten alacakları neler olabilir?
            Bir dava, ideoloji, millet vasfı, İslami dönüşümün teşekkülü… Kendilerinden böyle bir performansın beklediği zannedilmesin. Yardım kuruluşları, Ramazan çadırları ve SMS / battaniye kampanyalarından oluşan bir "bölüşüm" mantığı ile Akif uyuşmazdı. Akif, bildiğimiz manada "zekat müessesesi"nin işlemesi için savaşırdı. İktisadi manada içinde bulunduğumuz orta sınıf mantığının yürüttüğü ekonomik mantalite Akif'in de karşısında bulunacağı bir taraf olurdu.

            Gogol'ün Paltosu Tercih Edilirdi?
            "Gogol'ün Paltosu" mu "Akif'in Paltosu" mu?
            Orta sınıfımızın belirginleştirdiği, destek verdiği, İslami kesimin okuduğu, edebiyatçılarımızın, medya aleminin ve fikir hayatının tercihi hangi yönde olurdu?
            Zannedersem, her daim "modern teknik ve tematik" bağlamı yüzünden "Gogol"ü tercih ederlerdi. Gogol demek, evrenselleşmek demektir, tanınmak, uzun yıllar kültür endüstrisini elinde tutan ve etkinliğini sürdüren sol cenahla ilişki kurmak, taşradan kaçmak, taşralılığını örtmek demek. Akif'in yaptığı "memleket edebiyatı" o döneminde kalmıştır. Bugün memleket edebiyatı, taşra kompleksini alenen gösterdiği için kaçmak gerekir. Oysa ki onların kaçtığı memleket edebiyatı değil kır kompleksidir. Taşra, tezsizliğin, başkalarının belirlediği düşünme biçimine boyun eğmenin adıdır.
            Akif taşralı değildi. Akif'in memleket edebiyatı, merkezdi, günü, zamanı geçmeyecek, çağlar üstü bir algının ürünüydü.
            O yüzden İstiklal Marşı'nı yazabildi. D. Mehmet Doğan'ın dediği gibi, "Milli Mutabakat Metni" olan İstiklal Marşı'nı yazmak ona kısmet oldu, onun altından kalkabileceği bir hissiyatın ve fikriyatın eseriydi.
            Akif yepyeni bir millet ve vatan tanımı yaptı. Vatan ve milleti İslam ile varoluşsal kıldı. Bugün yeniden bir millet olacaksak varolan potansiyeli koruyacaksak milli mutabakat metninin çerçevesinde üretilmiş bir kendiliğindenlikle bu iş başarılacak. Orta sınıfların, iktidarın Akif ilgisini buna bağlamak gerek, en azından bunu beklemek gerek.
            Akif'in bugün söyleyeceği, topyekûn bir entelektüel, dava adamı portresidir. Yaşayışıyla, edebiyatıyla, kürsüdeki vaazları, makaleleri ile Akif bir aydında olması gereken tüm müspet yönleri toplamıştı.
            Memleketin ikbalini kendi geleceğinin üstünde tutma iradesi, iktidarda söz sahibi olan tüm "dindar"ların rehber alacağı tek hakikat olmalıdır. Akif ilgisi bu noktada biraz tıkanabilir.
            Çünkü bu fikirlerin hepsine katılsa bile edebiyatçımız, fikir adamımız Akif'in paltosundan çıkmaktansa, Gogol'ün paltosuna sığınmayı tercih eder!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder