Ercan YILDIRIM
Mehmet Akif
Ersoy'un ahlakı, şairin üzerinde en çok durulan yönü olması kadar onun
Ankara'nın soğuk kış günlerinde, rahatsız olan bir arkadaşına verdiği paltosu
da sıklıkla anlatılır. Evet, büyük şair kendisi Ankara'nın ayazında paltosuz
gezerken, İstiklal Marşı ödülünü reddetmişti. Bu millet ve vatan kavramı için
eşine ender rastlanan bir davranış.
Bu hikayede geçen
"Ankara'nın ayazı", "Akif'in paltosu", "İstiklal
Marşı" bize bugün Akif ilgisinin menşeini manidar biçimde anlatır.
Ankara'nın ayazı…
Ankara büyüyüp metropol halini aldıkça etrafına barajlar yapıldı. Bu barajlar Ankara'nın nem ortalamasını yükseltti. Ankara
nemin etkisiyle kısmen ılıman bir havaya bürünse de yazları çekilmez hale
gelmeye başladı. Ankara'nın yaz sıcağı insanı yakar fakat bunaltmazdı. Kış
soğuğu eğer karlıysa nispeten daha yumuşak olurdu. Ama bulut az ise o müthiş
"ayaz" resmen insanı dondururdu. Ayaz vücudu üşütmekle kalmaz, yüzü,
boynu ve saçları çok etkilerdi. Yüz felci geçirmek içten bile değildi.
Ankara'ya eskiden çok kar yağardı. Ufuktepe'deki gecekondu evimizde
hatırlıyorum kar bazen çatıya kadar yükselebilirdi, şimdi bunlardan eser yok.
Sanatoryum Hastanesi'nden hatta Meteorolojiden çok yürümüşlüğümüz vardır,
yollar kapandığı için.
Akif'i bu müthiş ayazda paltosuz düşünemiyorum. Ondaki
sorumluluk duygusunun aşırı gelişkinliği, kendinden fedayı beraberinde
getirmiştir. Sonradan yayınlanan mektuplarında paraya olan tamahsızlığından
"pişman olduğu" tam böyle söylemesek bile biraz da kendini ve
ailesini düşünmesi gerektiği gibi bir hayıflanma içine girdiği görülür.
Sorumluluk,
Dayanışma, Paylaşım
Akif'teki sorumluluk duygusu Türkiye'de tefekkür
hayatında, siyasette çok az bulunur. Onun ahlakı sorumluluk duygusuyla
örülmüştür. Akif'in paltosundan bir yardım duygusu doğurmamak gerekir.
"Paylaşma", "dayanışma", "dostluk"… Bugünün
insanına ne kadar uzak üç kavram. Akif bir ekip, kadro, dostluk ve millet
bilincinin adamıydı. Babanzade'ye olan bağlılığı gönül işinin çok ötesindeydi.
Mısırlı paşaların ona olan saygısı muhtemelen "sahiciliğinden" idi.
Cemal Kuntay'ın, kürsüden Mustafa Kemal tarafından şiiri okunan adamın
bağlılığı, Erişirgil gibi birinin ilgisi başka türlü izah edilemez. Onun ile iş
yapmak çok keyfli olsa gerek. Aynı zamanda ağır. Çünkü çok sert, katı ve
prensipleri olan bir dava adamı. Bugün belki prensiplerine bağlı olan bir çok
kişi var ama Akif'in prensipseverliği kendi kişiliğine yontan biçimde değildir.
Bu Akif'in kendi kişisel hesapları peşinde koşmaktan çok memleket davasını tek
hakikat saymasıyla ilgili. Dayanışma duygusu çoğunlukla sık sık üzerinde
durduğu ayrılık, ihtilaf gibi bölünmelere kendisinin de uymama çabasından
kaynaklı olduğu söylenebilir.
Bugün Akif'i kendisine örnek almaya gayret eden kesimler,
varlıkları gittikçe artan, burjuvaziye özenen, Türkiye'deki 1860 yılından
itibaren doğmaya başlayan ve ticari kapitalizmle kendisini ifade etmeye çalışan
dindarların Akif'ten alacakları neler olabilir?
Bir dava, ideoloji, millet vasfı, İslami dönüşümün
teşekkülü… Kendilerinden böyle bir performansın beklediği zannedilmesin. Yardım
kuruluşları, Ramazan çadırları ve SMS / battaniye kampanyalarından oluşan bir "bölüşüm"
mantığı ile Akif uyuşmazdı. Akif, bildiğimiz manada "zekat
müessesesi"nin işlemesi için savaşırdı. İktisadi manada içinde bulunduğumuz
orta sınıf mantığının yürüttüğü ekonomik mantalite Akif'in de karşısında
bulunacağı bir taraf olurdu.
Gogol'ün Paltosu
Tercih Edilirdi?
"Gogol'ün Paltosu" mu "Akif'in
Paltosu" mu?
Orta sınıfımızın belirginleştirdiği, destek verdiği,
İslami kesimin okuduğu, edebiyatçılarımızın, medya aleminin ve fikir hayatının
tercihi hangi yönde olurdu?
Zannedersem, her daim "modern teknik ve
tematik" bağlamı yüzünden "Gogol"ü tercih ederlerdi. Gogol
demek, evrenselleşmek demektir, tanınmak, uzun yıllar kültür endüstrisini
elinde tutan ve etkinliğini sürdüren sol cenahla ilişki kurmak, taşradan
kaçmak, taşralılığını örtmek demek. Akif'in yaptığı "memleket
edebiyatı" o döneminde kalmıştır. Bugün memleket edebiyatı, taşra
kompleksini alenen gösterdiği için kaçmak gerekir. Oysa ki onların kaçtığı
memleket edebiyatı değil kır kompleksidir. Taşra, tezsizliğin, başkalarının
belirlediği düşünme biçimine boyun eğmenin adıdır.
Akif taşralı değildi. Akif'in memleket edebiyatı,
merkezdi, günü, zamanı geçmeyecek, çağlar üstü bir algının ürünüydü.
O yüzden İstiklal Marşı'nı yazabildi. D. Mehmet Doğan'ın
dediği gibi, "Milli Mutabakat Metni" olan İstiklal Marşı'nı yazmak
ona kısmet oldu, onun altından kalkabileceği bir hissiyatın ve fikriyatın
eseriydi.
Akif yepyeni bir millet ve vatan tanımı yaptı. Vatan ve
milleti İslam ile varoluşsal kıldı. Bugün yeniden bir millet olacaksak varolan
potansiyeli koruyacaksak milli mutabakat metninin çerçevesinde üretilmiş bir
kendiliğindenlikle bu iş başarılacak. Orta sınıfların, iktidarın Akif ilgisini
buna bağlamak gerek, en azından bunu beklemek gerek.
Akif'in bugün söyleyeceği, topyekûn bir entelektüel, dava
adamı portresidir. Yaşayışıyla, edebiyatıyla, kürsüdeki vaazları, makaleleri
ile Akif bir aydında olması gereken tüm müspet yönleri toplamıştı.
Memleketin ikbalini kendi geleceğinin üstünde tutma
iradesi, iktidarda söz sahibi olan tüm "dindar"ların rehber alacağı
tek hakikat olmalıdır. Akif ilgisi bu noktada biraz tıkanabilir.
Çünkü bu fikirlerin hepsine katılsa bile edebiyatçımız,
fikir adamımız Akif'in paltosundan çıkmaktansa, Gogol'ün paltosuna sığınmayı
tercih eder!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder