6 Ocak 2013 Pazar

ORTA SINIFIN YÜKSELİŞİ, OSMANLI DEVLET GELENEĞİ VE AKİF

Ercan YILDIRIM
 
            Son yıllarda Türkiye'de fikir hayatında ve siyasette bir Akif ilgisi baş gösterdi. İstiklal Marşı ve Çanakkale Şehitleri'ne şiirleri üzerinden çizilen Akif portresinin yerine ahlakından siyasetçiliğine kadar uzanan geniş perspektifteki algılar yazılmaya başladı. Akif üzerine yapılan incelemeler, Safahat okumaları, 12 Mart'ın devlet törenleri arasına alınması bu ilgiye neden olabilir belki ama Türkiye'nin değişen toplumsal yapısı, İslam algısındaki farklılaşmalar da Akif üzerindeki ilginin artmasına neden oldu. Ak Parti'nin uzun iktidarı, İslamcılık düşüncesinin belirginleşen refah algısıyla birleşmesi Akif üzerine oluşturulan ilginin bir başka göstergesi olabilir. Necip Fazıl daha geniş kitleler tarafından benimsenirken İsmet Özel, Sezai Karakoç her zaman Mehmet Akif'ten önce dile getirilirdi.
            Akif'in bugüne söyleyebileceği neler olabilir? Niçin Akif bugünkü entelektüel, siyasal düzlemde "kitlelerin" ilgi odağı haline gelmeye başladı?
            Bu konuyla ilgili bir tek yazı yazmayı planlıyordum üç tane ile meramımız ancak anlaşılacak gibi. Mehmet Akif değerlendirmelerinde "basmakalıp" yaklaşımların artık yavaş yavaş aşılması gerekir. İslamcılık araştırmalarını ve Türkiye'de İslam düşüncesi üzerine yapılan okumaları dünyadaki siyasal yönelim ile iktisadi nizamın etkisi altında yoğunlaştırmalı. İlk yazıda Akif'i Osmanlı'da şekillenen ama üzerinde fazla durulmayan orta sınıfın umumi nitelikleri bağlamında değerlendirmeye çalışacağım. İkinci yazıda bize bugün en fazla yardımcı olacak "Vatan, millet, siyaset" kavramlarının Akif nezdindeki özgünlüğü ele alınacak. Son yazıda ise içinde bulunduğumuz siyasal ve iktisadi düzen ve İslami burjuvazi / orta sınıf ile Akif arasındaki münasebetlere değinilecek.
            Türkiye'de fikir hareketleri çok boyutlu olarak ele alınmıyor. Hilmi Ziya Ülken'in Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi'nin sistematikten yoksun, mesele üretmek veya çözmekten uzak kitabının bu sahada çalışanlara "bir fikir" vermesi bir yana; Akçura'nın Üç Tarz - ı Siyaset ile Peyami Safa'nın Türk İnkılabına Bakışlar kitabının yaptığı "İslamcılık, Milliyetçilik, Batıcılık" tasnifi uzun bir dönem fikri ve siyasi hayatı götürdü. Ancak hadiseleri izah etmede tek başına bu üç ayrım yeterli değil. İslamcılık ne herkesin zihninde parlayan İslamcılık olabilmiş, Milliyetçilik ne batılı anlamda ulusçuluğa evrilebilmişti.
            Bu yüzden Akif çoğu kişinin yazıp çizdiği gibi sıradan, bilindik bir İslamcı değil.
            Bugünden geriye doğru yapılan inceleme ve okumalarda, bu ideolojilerin temel tezlerini döneminin koşulları içinde yapmadığımız için Ali Suavi ile Abdullah Cevdet'in İslam'a bakışlarını sürekli açıklamak durumunda kalıyoruz.

            3 Reform Anlayışı
            3. Selim'den itibaren imparatorluğun batmaya yüz tutmasına karşılık başlıca 3 yaklaşım netleşti: Birincisi, Sultan'a verilen layihaların çoğunluğunda görüleceği üzere "eski düzene herhangi bir yeni karıştırmadan geri dönme" teklifi.
            İkincisi eskiye dair hiçbir izi karıştırmadan şartsız bir biçimde yeniyi yerleştirme teklifi. Üçüncüsü ise İmparatorluğun kendini kurtarabilmesi için mutlaka Batıdaki gelişmelerin alınması, buna karşın doğabilecek eleştiriler ve tepkileri en aza indirmek için İslami umdeleri de güçlendirme, yeniliklerin İslami yönlerinin vurgulanması kaygısıdır.
            Üçüncü anlayış genellikle imparatorluğun beslendiği temel kaynak oldu. Mesela, Meşrutiyet idaresini savunan bu kesim bunu İslami mantığa büründürmek için "şura ve meşveret" kavramlarını kullanarak tamamen Batılı bir yönetim tarzı olan parlamento sistemine meşruiyet kazandırdı. Müslümanların bu Meclis'te gayri Müslimlerle şura tesis etmesi, fikir alışverişinde bulunması hangi İslami nass'a uygundur, reform çabalarının bu soruya verebilecek bir cevabı bulunmaz. Osmanlı'dan beri gelen bu anlayış hala benzer kaygıları ya da soruları cevaplayabilmiş değil.
            Bu üç reform anlayışı İslamcı, Batılılaşmacı ve milliyetçi görüşlerle birebir aynı ölçekte midir?
            Hayır. İslamcılık bu üç anlayışla örtüşmeyeceği gibi bunların kesişimiyle de bağdaşmaz.
            Siyasal gelişmelerin iktisadi ilişkilerden ayrı ele alınması bu tür hatalı tutumların doğmasına neden olmuştur. Osmanlı tarihi üzerine yapılan çok az incelemede imparatorluğun modernleşme dönemi ile toplumsal ve iktisadi işleyişi ve yeni doğan sınıflar bir arada ele alınmıştır. Reform tekliflerinin gelmesi aynı zamanda imparatorluk bünyesinde yeni toplumsal sınıfların doğmasının da bir neticesiydi.

            Orta Sınıfın Yükselişi
            Toprak düzeninin bozulması, miri arazilerin özel şahısların eline geçmesi, devletin, toprakların Müslümanların ellerine geçip merkezi iktidara karşı güçlenmesindense gayri Müslimlerde kalmasını tercih etmesi, ayanların ortaya çıkışı, küçük ticaret erbabının yükselişi, zanaatkar sınıfının güçlenmesi imparatorlukta iktidarı oluşturan güçlere yenilerinin eklenmesine neden olmuştur. Mülkiye, kalemiye, ilmiye ve seyfiye gibi iktidar odaklarına artık modern kapitalist iktisadi sistemin ürünü olan "orta sınıf"larda eklenmeye başladıkça devletin buhranı iyice artmaya başladı. Sorun sadece "ayan"larla yapılan, "Sened - i İttifak" değildi, ekonomik talepleri had safhasına çıkan orta sınıf, padişahın merkeziyetçi anlayışının merkezindeki bürokratlarla çatışmayı Cumhuriyet tarihi boyunca da artarak sürdürdü. Orta sınıfın içinde okumuş bir aydın kesim de vardır ve bunlar çoğunlukla bürokrat tarafına da geçerler ama yenileşmenin her zaman "mutedil" ilerlemesi taraftarıdırlar. İktisadi olarak klasik Osmanlı sisteminin yürümesinden yana olmadıkları gibi Batıdaki her gelişmenin imparatorluk bünyesinde yer alması için çabalarlar. Bu sınıfın en belirgin özelliği dindar olması, imparatorluk içinde modernitenin ürettiği "ulus" ve "vatan" kavramlarını çok kısa sürede kabul edip, memlekete uyarlayabilmeleri gelir. Anadolu Müdafa -i Hukuk Cemiyeti İstiklal Harbi'ni başından sonuna kadar tasarlamış, yönlendirmiş ve idare etmiştir. Cemiyet üyelerinin tamamına yakını merkezinde "eşraf"ın bulunduğu orta sınıftan oluşmaktadır.
            I. Meşrutiyet Türkiye'de orta sınıfların iktidar üzerine söz söylemeye başladığı zaman dilimini oluşturur. Orta sınıflar iktisadi ahlakın hepsini üzerinde gösterirler. Bir farkla ki geleneksel Osmanlı / İslami kültürü yaşamayı da zorunlu görürler. Ama bu kesim müthiş fırsatçıdır, gelir getiren işlere girerler, kazanç ve refah peşindedirler. Bu yüzden de pragmatisttirler, kapitalist zaman algısını içselleştirmişler ve çalışmayı rasyonelleştirmişlerdir. Yeni olan her şeyi kendilerinde görmek isterler.
            Aynen Akif gibi mi?
            Akif, Batılı "kaşaneleri" şiirlerinde över onları örnek gösterir. Müslümanların da benzer zenginlikleri kazanmaması daha da önemlisi bunları talep etmemesine çok sinirlenir. Belki de bu sebeple "Müslüman Saati" kendisine yeterli gelmez. Çalışmayı, üretmeyi, yeni olan her şeyi ister.
            Örnek mi? Akif müreffeh bir ülkenin ütopyası peşindedir: “Sayısız mektep açılmış; kadın, erkek okuyor; / İşliyor fabrikalar, yerli kumaşlar dokuyor. / Gece gündüz basıyor millete nâfi’ âsâr; / Âdetâ matbaalar bir uyumaz hizmetkâr. / Mülkü baştan başa i’mâr edecek şirketler; Halkın irşâdına hâdim yeni cem’iyyetler, / Durmayıp iş buluyor, gösteriyor, uğraşıyor; / Gemiler sâhile boydan boya servet taşıyor…”
            Akif ne kadar teknik ve maddi bakımdan yüksek bir ülke hayali içinde olsa bile modernistlikle ilişkisi sorgulanacak derecede "İslam taraftarı"dır. Rasyonelliği hatta pozitivizmi İslam medeniyetinin yükselmesi isteğinin ötesine gitmez, usul olarak Batının metodolojisini almayı öneren hiçbir satırı yoktur. Onun bu talepleri Osmanlı modernleşmesiyle birlikte ortaya çıkan orta sınıfın klasik taleplerinden başkası değildir.
            Akif dünyada para ile ilişkisi en son kurulacak kişilerden biridir. Sınıf olarak, eğitim ve hassasiyet bakımından, fikrinin genel geçer özellikleri açısından orta sınıfa tabi olsa bile o ne paraya tamah etmiştir ne de refaha. İstiklal Harbi'ndeki çalışması, çabası, yokluğu bunu gösterir. Doğdu, büyüdü, canını verdi, parasızdı: “Bir de baktım ki: tek onluk bile yokmuş kesede; / Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde! / O zaman koptu içimden şu tahassür ebedî: Ya hamiyetsiz olaydım, ya param olsa idi!”

            Fikirleri Temelsiz Değildi
            Mehmet Akif Osmanlı'daki reform teklifleri içinden "tamamen modernleşmeyi" kesinlikle reddetti.
            Hiçbir zaman gelenekselci olmadı. Yenilikçiliği İslam tarihi ve kültürünü temel alarak gerçekleştirme kaygısını sürekli olarak güttü.
            Akif'in de formüle ettiği, şiirlerinden ve kürsülerden haykırdığı 4 temel tez, Osmanlı İmparatorluğu'nun yani devletin ürettiği tezlerdi. (Kemal Karpat, Asker ve Siyaset, s. 93 - 94, Timaş Yay.)
            1. Bütün Müslümanlar tek bir ümmetin parçasıdır ve bu ümmetin başı ve komutanı Halifedir.
            2. Dünyanın her yerindeki Müslümanların Batılılar tarafından işgali İslam'ın özündeki gerilik değil, cehalet ve ayrılıktır.
            3. Müslümanların güçsüzlüğü, imanın zayıflığından ve müminlerin dinlerini doğru düzgün anlayıp ona göre hareket etmemelerindendir.
            4. İslam'ın yeniden canlanması temel ilkelere dönüşle mümkündür.
            Akif'in dilinden düşürmediği, tüm hayatını vakfettiği fikirleri esasında Osmanlı'nın devlet anlamında ürettiği kurtuluş reçetesiydi.
            Akif Osmanlı'nın / İslam'ın modernite ile karşılaşması sonucu ortaya çıkmış sosyal sınıfların içinde en etkini olan orta sınıfın ürettiği aydınların en Müslümanlarından, gazilerinden biriydi. Sadece kurtuluş fikri peşinde koşmadı, orta sınıfların bir diğer özelliği olan içinden geldiği toplumun ve cemaatin sorunlarını dile getirmekten çekinmedi.
            Orta sınıf, Tek Parti ideolojisiyle çarpıştı ancak sonradan yavaş yavaş anlaşma yoluna gitti. Akif, orta sınıfın bir entelektüeli, savaşçısı idi ama hiçbir zaman kapitalist ilişki ağının içinde yer almadı. O yüzden de mücadele ettiği kesimlerle uyuşmayı seçmedi. Hicret, bu uyuşmazlığın göstergesidir evet, ama aynı zamanda içinden çıktığı devlet geleneğiyle çatışmama anlayışının da bir sonucu olamaz mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder