Ercan YILDIRIM
Son yıllarda Türkiye'de fikir hayatında ve siyasette bir
Akif ilgisi baş gösterdi. İstiklal Marşı ve Çanakkale Şehitleri'ne şiirleri
üzerinden çizilen Akif portresinin yerine ahlakından siyasetçiliğine kadar
uzanan geniş perspektifteki algılar yazılmaya başladı. Akif üzerine yapılan
incelemeler, Safahat okumaları, 12 Mart'ın devlet törenleri arasına alınması bu
ilgiye neden olabilir belki ama Türkiye'nin değişen toplumsal yapısı, İslam
algısındaki farklılaşmalar da Akif üzerindeki ilginin artmasına neden oldu. Ak
Parti'nin uzun iktidarı, İslamcılık düşüncesinin belirginleşen refah algısıyla
birleşmesi Akif üzerine oluşturulan ilginin bir başka göstergesi olabilir. Necip
Fazıl daha geniş kitleler tarafından benimsenirken İsmet Özel, Sezai Karakoç her
zaman Mehmet Akif'ten önce dile getirilirdi.
Akif'in bugüne söyleyebileceği neler olabilir? Niçin Akif
bugünkü entelektüel, siyasal düzlemde "kitlelerin" ilgi odağı haline
gelmeye başladı?
Bu konuyla ilgili bir tek yazı yazmayı planlıyordum üç
tane ile meramımız ancak anlaşılacak gibi. Mehmet Akif değerlendirmelerinde
"basmakalıp" yaklaşımların artık yavaş yavaş aşılması gerekir.
İslamcılık araştırmalarını ve Türkiye'de İslam düşüncesi üzerine yapılan
okumaları dünyadaki siyasal yönelim ile iktisadi nizamın etkisi altında yoğunlaştırmalı.
İlk yazıda Akif'i Osmanlı'da şekillenen ama üzerinde fazla durulmayan orta
sınıfın umumi nitelikleri bağlamında değerlendirmeye çalışacağım. İkinci yazıda
bize bugün en fazla yardımcı olacak "Vatan, millet, siyaset"
kavramlarının Akif nezdindeki özgünlüğü ele alınacak. Son yazıda ise içinde
bulunduğumuz siyasal ve iktisadi düzen ve İslami burjuvazi / orta sınıf ile
Akif arasındaki münasebetlere değinilecek.
Türkiye'de fikir hareketleri çok boyutlu olarak ele
alınmıyor. Hilmi Ziya Ülken'in Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi'nin sistematikten
yoksun, mesele üretmek veya çözmekten uzak kitabının bu sahada çalışanlara
"bir fikir" vermesi bir yana; Akçura'nın Üç Tarz - ı Siyaset ile
Peyami Safa'nın Türk İnkılabına Bakışlar kitabının yaptığı "İslamcılık,
Milliyetçilik, Batıcılık" tasnifi uzun bir dönem fikri ve siyasi hayatı
götürdü. Ancak hadiseleri izah etmede tek başına bu üç ayrım yeterli değil.
İslamcılık ne herkesin zihninde parlayan İslamcılık olabilmiş, Milliyetçilik ne
batılı anlamda ulusçuluğa evrilebilmişti.
Bu yüzden Akif çoğu kişinin yazıp çizdiği gibi sıradan,
bilindik bir İslamcı değil.
Bugünden geriye doğru yapılan inceleme ve okumalarda, bu
ideolojilerin temel tezlerini döneminin koşulları içinde yapmadığımız için Ali
Suavi ile Abdullah Cevdet'in İslam'a bakışlarını sürekli açıklamak durumunda
kalıyoruz.
3 Reform Anlayışı
3. Selim'den itibaren imparatorluğun batmaya yüz tutmasına
karşılık başlıca 3 yaklaşım netleşti: Birincisi, Sultan'a verilen layihaların
çoğunluğunda görüleceği üzere "eski düzene herhangi bir yeni karıştırmadan
geri dönme" teklifi.
İkincisi eskiye dair hiçbir izi karıştırmadan şartsız bir
biçimde yeniyi yerleştirme teklifi. Üçüncüsü ise İmparatorluğun kendini
kurtarabilmesi için mutlaka Batıdaki gelişmelerin alınması, buna karşın
doğabilecek eleştiriler ve tepkileri en aza indirmek için İslami umdeleri de
güçlendirme, yeniliklerin İslami yönlerinin vurgulanması kaygısıdır.
Üçüncü anlayış genellikle imparatorluğun beslendiği temel
kaynak oldu. Mesela, Meşrutiyet idaresini savunan bu kesim bunu İslami mantığa
büründürmek için "şura ve meşveret" kavramlarını kullanarak tamamen
Batılı bir yönetim tarzı olan parlamento sistemine meşruiyet kazandırdı.
Müslümanların bu Meclis'te gayri Müslimlerle şura tesis etmesi, fikir
alışverişinde bulunması hangi İslami nass'a uygundur, reform çabalarının bu
soruya verebilecek bir cevabı bulunmaz. Osmanlı'dan beri gelen bu anlayış hala
benzer kaygıları ya da soruları cevaplayabilmiş değil.
Bu üç reform anlayışı İslamcı, Batılılaşmacı ve
milliyetçi görüşlerle birebir aynı ölçekte midir?
Hayır. İslamcılık bu üç anlayışla örtüşmeyeceği gibi
bunların kesişimiyle de bağdaşmaz.
Siyasal gelişmelerin iktisadi ilişkilerden ayrı ele
alınması bu tür hatalı tutumların doğmasına neden olmuştur. Osmanlı tarihi
üzerine yapılan çok az incelemede imparatorluğun modernleşme dönemi ile
toplumsal ve iktisadi işleyişi ve yeni doğan sınıflar bir arada ele alınmıştır.
Reform tekliflerinin gelmesi aynı zamanda imparatorluk bünyesinde yeni
toplumsal sınıfların doğmasının da bir neticesiydi.
Orta Sınıfın
Yükselişi
Toprak düzeninin bozulması, miri arazilerin özel şahısların
eline geçmesi, devletin, toprakların Müslümanların ellerine geçip merkezi
iktidara karşı güçlenmesindense gayri Müslimlerde kalmasını tercih etmesi,
ayanların ortaya çıkışı, küçük ticaret erbabının yükselişi, zanaatkar sınıfının
güçlenmesi imparatorlukta iktidarı oluşturan güçlere yenilerinin eklenmesine
neden olmuştur. Mülkiye, kalemiye, ilmiye ve seyfiye gibi iktidar odaklarına
artık modern kapitalist iktisadi sistemin ürünü olan "orta
sınıf"larda eklenmeye başladıkça devletin buhranı iyice artmaya başladı. Sorun
sadece "ayan"larla yapılan, "Sened - i İttifak" değildi,
ekonomik talepleri had safhasına çıkan orta sınıf, padişahın merkeziyetçi
anlayışının merkezindeki bürokratlarla çatışmayı Cumhuriyet tarihi boyunca da
artarak sürdürdü. Orta sınıfın içinde okumuş bir aydın kesim de vardır ve
bunlar çoğunlukla bürokrat tarafına da geçerler ama yenileşmenin her zaman
"mutedil" ilerlemesi taraftarıdırlar. İktisadi olarak klasik Osmanlı
sisteminin yürümesinden yana olmadıkları gibi Batıdaki her gelişmenin imparatorluk
bünyesinde yer alması için çabalarlar. Bu sınıfın en belirgin özelliği dindar
olması, imparatorluk içinde modernitenin ürettiği "ulus" ve
"vatan" kavramlarını çok kısa sürede kabul edip, memlekete
uyarlayabilmeleri gelir. Anadolu Müdafa -i Hukuk Cemiyeti İstiklal Harbi'ni
başından sonuna kadar tasarlamış, yönlendirmiş ve idare etmiştir. Cemiyet
üyelerinin tamamına yakını merkezinde "eşraf"ın bulunduğu orta
sınıftan oluşmaktadır.
I. Meşrutiyet Türkiye'de orta sınıfların iktidar üzerine
söz söylemeye başladığı zaman dilimini oluşturur. Orta sınıflar iktisadi
ahlakın hepsini üzerinde gösterirler. Bir farkla ki geleneksel Osmanlı / İslami
kültürü yaşamayı da zorunlu görürler. Ama bu kesim müthiş fırsatçıdır, gelir
getiren işlere girerler, kazanç ve refah peşindedirler. Bu yüzden de
pragmatisttirler, kapitalist zaman algısını içselleştirmişler ve çalışmayı
rasyonelleştirmişlerdir. Yeni olan her şeyi kendilerinde görmek isterler.
Aynen Akif gibi mi?
Akif, Batılı "kaşaneleri" şiirlerinde över
onları örnek gösterir. Müslümanların da benzer zenginlikleri kazanmaması daha
da önemlisi bunları talep etmemesine çok sinirlenir. Belki de bu sebeple
"Müslüman Saati" kendisine yeterli gelmez. Çalışmayı, üretmeyi, yeni
olan her şeyi ister.
Örnek mi? Akif müreffeh bir ülkenin ütopyası peşindedir: “Sayısız mektep açılmış;
kadın, erkek okuyor; / İşliyor fabrikalar, yerli kumaşlar dokuyor. / Gece
gündüz basıyor millete nâfi’ âsâr; / Âdetâ matbaalar bir uyumaz hizmetkâr. /
Mülkü baştan başa i’mâr edecek şirketler; Halkın irşâdına hâdim yeni
cem’iyyetler, / Durmayıp iş buluyor, gösteriyor, uğraşıyor; / Gemiler sâhile
boydan boya servet taşıyor…”
Akif ne kadar teknik ve maddi
bakımdan yüksek bir ülke hayali içinde olsa bile modernistlikle ilişkisi
sorgulanacak derecede "İslam taraftarı"dır. Rasyonelliği hatta
pozitivizmi İslam medeniyetinin yükselmesi isteğinin ötesine gitmez, usul
olarak Batının metodolojisini almayı öneren hiçbir satırı yoktur. Onun bu
talepleri Osmanlı modernleşmesiyle birlikte ortaya çıkan orta sınıfın klasik
taleplerinden başkası değildir.
Akif dünyada para ile ilişkisi en
son kurulacak kişilerden biridir. Sınıf olarak, eğitim ve hassasiyet bakımından,
fikrinin genel geçer özellikleri açısından orta sınıfa tabi olsa bile o ne
paraya tamah etmiştir ne de refaha. İstiklal Harbi'ndeki çalışması, çabası,
yokluğu bunu gösterir. Doğdu, büyüdü, canını verdi, parasızdı: “Bir de baktım
ki: tek onluk bile yokmuş kesede; / Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde! / O
zaman koptu içimden şu tahassür ebedî: Ya hamiyetsiz olaydım, ya param olsa
idi!”
Fikirleri
Temelsiz Değildi
Mehmet Akif Osmanlı'daki reform
teklifleri içinden "tamamen modernleşmeyi" kesinlikle reddetti.
Hiçbir zaman gelenekselci olmadı.
Yenilikçiliği İslam tarihi ve kültürünü temel alarak gerçekleştirme kaygısını
sürekli olarak güttü.
Akif'in de formüle ettiği,
şiirlerinden ve kürsülerden haykırdığı 4 temel tez, Osmanlı İmparatorluğu'nun yani
devletin ürettiği tezlerdi. (Kemal Karpat, Asker ve Siyaset, s. 93 - 94, Timaş
Yay.)
1. Bütün Müslümanlar tek bir ümmetin
parçasıdır ve bu ümmetin başı ve komutanı Halifedir.
2. Dünyanın her yerindeki
Müslümanların Batılılar tarafından işgali İslam'ın özündeki gerilik değil,
cehalet ve ayrılıktır.
3. Müslümanların güçsüzlüğü, imanın
zayıflığından ve müminlerin dinlerini doğru düzgün anlayıp ona göre hareket
etmemelerindendir.
4. İslam'ın yeniden canlanması temel
ilkelere dönüşle mümkündür.
Akif'in dilinden düşürmediği, tüm
hayatını vakfettiği fikirleri esasında Osmanlı'nın devlet anlamında ürettiği kurtuluş
reçetesiydi.
Akif Osmanlı'nın / İslam'ın
modernite ile karşılaşması sonucu ortaya çıkmış sosyal sınıfların içinde en
etkini olan orta sınıfın ürettiği aydınların en Müslümanlarından, gazilerinden
biriydi. Sadece kurtuluş fikri peşinde koşmadı, orta sınıfların bir diğer
özelliği olan içinden geldiği toplumun ve cemaatin sorunlarını dile getirmekten
çekinmedi.
Orta sınıf, Tek Parti ideolojisiyle
çarpıştı ancak sonradan yavaş yavaş anlaşma yoluna gitti. Akif, orta sınıfın
bir entelektüeli, savaşçısı idi ama hiçbir zaman kapitalist ilişki ağının içinde
yer almadı. O yüzden de mücadele ettiği kesimlerle uyuşmayı seçmedi. Hicret, bu
uyuşmazlığın göstergesidir evet, ama aynı zamanda içinden çıktığı devlet
geleneğiyle çatışmama anlayışının da bir sonucu olamaz mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder